Osmanli Devleti'nde ekonomik faaliyet genis ölçüde devletin kontrolü altinda cereyan etmekteydi. Yaygin bir iktisadi faaliyet olan tarim, devlete ait topraklarin isletilmesi esasina dayaniyordu. Buna bagli olarak kurulan timar sistemi, Osmanli ziraat ekonomisinin temelini teskil etmekteydi. Sanayi üretimi ise devlet kontrolündeki ahilik müessesesi içinde yürütülüyordu. Kapali bir iktisat sistemi olan ahilik, üyelerine çalisma zevki, meslek disiplini, dürüstlük, kanaatkarlik gibi saglam ahlak kurallarini asiliyor, meslek itibarini korudugu gibi, standartlari ayakta tutarak, haksiz rekabetleri önlüyordu. Hükümetin müdahalesi ahiligin iç islerine kadar gitmez, yalnizca ahilige bagli subelerin imal ettikleri mallarin kalite, mikdar ve fiyatlarinda olurdu. Böylece ahilik sistemi, ham maddelerin arz ve talebini tanzim eden bir mekanizma olarak islerdi. 17. ve 18. yüzyillarda pamuk, ipek, kereste ve demir gibi maddeler ulasim güçlükleri ve üretimdeki yetersizlikler dolayisiyla piyasaya her zaman yeterli mikdarda yani bütün talebi karsilayacak ölçüde sevk edilemezdi. Bu bakimdan ham maddelerin, ahilige mensub ustalarin eline normal fiyatlar üzerinden ve onlardan hiç birini issiz birakmiyacak sekilde dagitilmasi büyük bir ehemmiyet arz ederdi. Bazi maddelere sik sik konan ihraç yasaklari veya bu maddelerin stokçular tarafindan satin alinmasini önleyen tedbirler bu cümledendi.
Bu arada 1820'lerin basinda Ingiltere, sanayi inkilabini tamamlamis ve Napolyon savaslari sonunda da Fransa'yi yenerek rakipsiz duruma gelmisti. Dünya pazarlarinda ingiltere sanayii ile rekabet edebilecek bir ülke yoktu. Sanayi inkilabini henüz tamamlamamis olan diger Avrupa ülkeleri korumaci tedbirlerle Ingiltere'nin kendi pazarlarina girmelerini önlüyorlardi. Bu durumda Ingiltere ticaret ve sanayi sermayesi için yapilacak tek sey kaliyordu. O da, Avrupa disindaki ülkelerin pazarlarini ve ham maddelerini ticarete açmak. Nitekim onlar bu gaye ile 1820' lerden 1840'lara kadar Latin Amerika'dan Çin'e kadar pek çok bölgede, ya anlasmak suretiyle veyahut silah zoruyla, pek çok ticaret andlasmasi imzaladilar.
Avrupa'da sanayi inkilabinin neticesi olarak daha fazla hammaddeye ihtiyaç duyulmaya baslanmasi üzerine, Osmanli hükümeti de 1826'dan itibaren, ham maddesini disariya çikararak esnafin issiz kalmasini önlemek maksadiyle bir nevi himaye sistemi olan yed-i vahid (tekel) usulünü uygulamaya koydu. Sistemin ayrica yeni kurulmus olan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsulünü ucuza satarak aldanmasini önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu. Yed-i vahid uygulamasi özellikle Ingiliz tüccarlarini son derece rahatsiz ediyordu. Nitekim Ingiliz sefiri Ponsenby, yed-i vahid usulü ile ticaret serbestisine konmus engellere siddetle çatmakta; "Türkiye'de mahsul yetistirenler, bunlarin fiyatlarini tesbit etmekte yegane hakim olan imtiyazli kimselere satmak mecburiyetinde kaldikça, Türk sanayiinin gerilige mahkum kalacagini iddia etmekte idi. Kisaca yed-i vahid usulü, Ingiltere'nin Osmanli Devleti'ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi.
Bu sebeple Ingilizler, Osmanli ticaretinde kendilerine ters düsen hükümlerin kaldirilmasi için 1833' den itibaren ünlü hariciye nazirlari Polmerston araciligiyla ugrasmaya basladilar. 1836'daki muzakerelerde Osmanli hey'etine baskanlik eden gümrük emini Tahir Efendi, eski düzenden mümkün oldugunca az taviz vermeye çalismis ve Ingiliz isteklerine boyun egmemisti. Bu durumda Ingiliz diplomasisi Osmanli bürokrasisinin zayif ve bunalimli bir devresini kollamaya basladi. Nitekim bu firsat iki yönlü olarak Ingilizlerin karsisina çikti. 1837'de Londra büyük elçiliginden hariciye nazirligina getirilen Mustafa Resid Pasa, Ingilizlere yakin bir müzakereci idi. Londra büyükelçiliginde iken mason locasina kayitli olan Resid Pasa, Osmanli Devleti'ni iktisadi bakimdan çökertecek bir andlasmaya yanasmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sirada Mehmed Ali Pasa Misir'da Osmanli Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Resid Pasa, Misir mes'elesinde Ingilizlerin yardimlarini te'min bahanesiyle Balta Limani'ndaki yalisinda dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarliklar sonucunda, 16 Agustos 1838'de Osmanli-Ingiliz ticaret andlasmasini imzaladilar. Andlasma, 8 Ekim 1838'de kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmud tarafindan tasdik olundu. Esas ve zeyl olmak üzere iki kisim halinde tanzim edilen andlasmanin birinci kismi (esas) iç ticarete ait maddeleri; zeyli meydana getiren ikinci kisim ise Ingiltere'den ithal edilecek mallarla, transit esyalarin gümrüklendirilme sekillerini ihtiva ediyordu.
Andlasmanin zeyl kisminin ikinci maddesine göre zirai mahsuller ile sair esya üzerine konan yed-i vahid yani tekel usulü tamamen kaldiriliyordu. Bu madde ile emperyalizmin önündeki engeller kaldirilarak iktisadi sistemimiz felce ugramis oluyordu. Ayrica iç ticaretin Osmanli vatandaslarina münhasir kalmasi da kaldirilip, istisnasiz bir sekilde Ingiliz tüccarlarina veriliyordu.
Andlasmanin diger önemli hükümlerine gelince; dördüncü madde ile, Britanya tebeasi, Osmanli memleketleri mahsulü olan bütün maddeleri, istisnasiz olarak ihraç etme müsaadesine sahib olacaklardi. Altinci madde ile transit resmi kaldirilmaktaydi. Yedinci madde ile, Ingiliz gemileriyle gelen Ingiliz emtiasi için bir defa gümrügü ödendikten sonra, ithalatçi veya alici tarafindan nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Andlasmanin bu hükümleri ile, Osmanli hazinesi, önemli bir gelir kaynagindan mahrum kaldi, önceden yabanci bir emtia bir eyaletten diger bir eyalete geçerken ilave gümrük ödemek zorunda bulundugundan, fiyati artarak rekabet gücünü kaybediyordu. Simdi ise Osmanli tüccari bir yerden bir yere bir mali götürüp, satarken y üzde 12 verg i verirken, Ingiliz tüccarlari ortaklari ve adamlari yüzde bes vergi ödeyecekti. Böylece Ingiliz tüccarlari Osmanli tüccarina karsi korunmus oluyordu. Bilahare transitresminin devam etmesine karar verilmis ise de buna karsilik ithalat resimlerine yüzde ikiye varan bir indirime daha gidildi.
Bu arada andlasma hükümlerinin Misir, Afrika eyaletleri dahil bütün Osmanli ülkelerinde ve her sinif halk tarafindan tatbik ve riayet olunacagina dikkat çekildikten sonra, isteyen bütün dost devletlerede istisnasiz olarak andlasmanin tesmil edilecegi taahhüd olunuyordu. Nitekim 19. yüzyilin ilk çeyregine kadar Osmanli dis ticaretinde birinci sirayi alan Fransa menfaatlerine halel gelecegini bilerek bu andlasma hükümlerine siddetle karsi çiktigi halde, çok geçmeden 25 Kasim 1838'de yukaridaki maddeye istinaden ayni hükümleri ihtiva eden bir andlasma imzaladi. Bunu, Avrupa'nin diger devletleri takib etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840'da Isveç ve Norveç, 2 Mart 1840'da Ispanya, 14 Mart 1840'da Hollanda. 30 Nisan 1840'da Belçika, 1 Mayis 1841'de Danimarka ve 20 Mart 1843'de Portekiz ile andlasmalar imzalandi.
Mustafa Resid Pasa'nin faaliyetleri sonucu 1838'de önce Ingiltere ve sonraki yillarda diger Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticari andlasmalar esnafi ve tüccarlarimizi usakliga, devletimizi de borç batakligina düsürmekten öte bir ise yaramamistir. Nitekim andlasmanin imzalanmasindan sonra Avusturya basbakani; "iste Osmanli simdi bitti" derken, Osmanli'ya büyük bir darbenin vuruldugunu daha isin basinda söylemekten kendini alamamistir. Aradan yirmi yil geçtikten sonra, 1858'de andlasmanin te'sirlerini anlatan Ingiliz Edvvard Michelson ise; "Yabanci ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin bir çok kollari simdi tamamen yok olmustur. Bunlar arasinda pamuk sanayii basda gelir ki, bunlar tamamiyle Ingiliz sanayii tarafindan saglanmaktadir Sam'in çelik biçaklari; Kibris' in sekeri, Iznik'in çini, Teselya'nin iplik boya sanayii hep yok olmustur. Bütün bu sanayii kollarinin bugün Türk topraklarinda artik izi bile kalmamistir" derken, Türk sanayiinin düstügü aci durumu dile getirmistir. Bu ticaret andlasmalari, devlet hazinesini önemli masraflari karsilayamaz hale getirdi ve Avrupa'dan borç alma yolu açildi. Böylece disa bagimlilik devri baslamis oldu.
Gerçekten de sultan Abdülaziz 1861'de tahta çikarken, 1838 ticari andlasmalarinin bir neticesi olarak, dis ticaretin yaninda iç ticaret de yabancilarin eline geçmis, büyük çapta mali ve iktisadi çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karsilasmis idi.
BALTA LİMANI ANDLAŞMALARI
1838’de İngiltere, daha sonra diğer Avrupa devletleri ile Balta limanında yapılan ticaret andlaşmaları.Osmanlı Devleti’nde ekonomik faaliyet geniş ölçüde devletin kontrolü altında cereyan etmekteydi. Yaygın bir iktisadi faaliyet olan tarım, devlete ait toprakların işletilmesi esasına dayanıyordu. Buna bağlı olarak kurulan tımar sistemi, Osmanlı ziraat ekonomisinin temelini teşkil etmekteydi. Sanayi üretimi ise devlet kontrolündeki ahilik müessesesi içinde yürütülüyordu. Kapalı bir iktisat sistemi olan ahilik, üyelerine çalışma zevki, meslek disiplini, dürüstlük, kanaatkarlık gibi sağlam ahlak kurallarını aşılıyor, meslek itibarını koruduğu gibi, standartları ayakta tutarak, haksız rekabetleri önlüyordu. Hükümetin müdahalesi ahiliğin iç işlerine kadar gitmez, yalnızca ahiliğe bağlı şubelerin imal ettikleri malların kalite, mikdar ve fiyatlarında olurdu. Böylece ahilik sistemi, ham maddelerin arz ve talebini tanzim eden bir mekanizma olarak işlerdi. 17. ve 18. yüzyıllarda pamuk, ipek, kereste ve demir gibi maddeler ulaşım güçlükleri ve üretimdeki yetersizlikler dolayısıyla piyasaya her zaman yeterli mikdarda yani bütün talebi karşılayacak ölçüde sevk edilemezdi. Bu bakımdan ham maddelerin, ahiliğe mensub ustaların eline normal fiyatlar üzerinden ve onlardan hiç birini işsiz bırakmıyacak şekilde dağıtılması büyük bir ehemmiyet arz ederdi. Bazı maddelere sık sık konan ihraç yasakları veya bu maddelerin stokçular tarafından satın alınmasını önleyen tedbirler bu cümledendi.
Bu arada 1820’lerin başında İngiltere, sanayi inkılabını tamamlamış ve Napolyon savaşları sonunda da Fransa’yı yenerek rakipsiz duruma gelmişti. Dünya pazarlarında İngiltere sanayii ile rekabet edebilecek bir ülke yoktu. Sanayi inkılabını henüz tamamlamamış olan diğer Avrupa ülkeleri korumacı tedbirlerle İngiltere’nin kendi pazarlarına girmelerini önlüyorlardı. Bu durumda İngiltere ticaret ve sanayi sermayesi için yapılacak tek şey kalıyordu. O da, Avrupa dışındaki ülkelerin pazarlarını ve ham maddelerini ticarete açmak. Nitekim onlar bu gaye ile 1820’lerden 1840’lara kadar Latin Amerika’dan Çin’e kadar pek çok bölgede, ya anlaşmak suretiyle veyahut silah zoruyla, pek çok ticaret andlaşması imzaladılar.
Avrupa’da sanayi inkılabının neticesi olarak daha fazla ham maddeye ihtiyaç duyulmaya başlanması üzerine, Osmanlı hükümeti de 1826’dan itibaren, ham maddesini dışarıya çıkararak esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyle bir nevi himaye sistemi olan yed-i vahid (tekel) usulünü uygulamaya koydu. Sistemin ayrıca yeni kurulmuş olan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsulünü ucuza satarak aldanmasını önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu. Yed-i vahid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Nitekim İngiliz sefiri Ponsenby, yed-i vahid usulü ile ticaret serbestisine konmuş engellere şiddetle çatmakta; “Türkiye’de mahsul yetiştirenler, bunların fiyatlarını tesbit etmekte yegane hakim olan imtiyazlı kimselere satmak mecburiyetinde kaldıkça, Türk sanayiinin geriliğe mahkum kalacağını iddia etmekte idi. Kısaca yed-i vahid usulü, İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi.
Bu sebeple İngilizler, Osmanlı ticaretinde kendilerine ters düşen hükümlerin kaldırılması için 1833’den itibaren ünlü hariciye nazırları Polmerston aracılığıyla uğraşmaya başladılar. 1836’daki müzakerelerde Osmanlı hey’etine başkanlık eden gümrük emini Tahir Efendi, eski düzenden mümkün olduğunca az taviz vermeye çalışmış ve İngiliz isteklerine boyun eğmemişti. Bu durumda İngiliz diplomasisi Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı. Nitekim bu fırsat iki yönlü olarak İngilizlerin karşısına çıktı. 1837’de Londra büyükelçiliğinden hariciye nazırlığına getirilen Mustafa Reşid Paşa, İngilizlere yakın bir müzakereci idi. Londra büyükelçiliğinde iken mason locasına kayıtlı olan Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’ni iktisadi bakımdan çökertecek bir andlaşmaya yanaşmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sırada Mehmed Ali Paşa Mısır’da Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Reşid Paşa, Mısır mes’elesinde İngilizlerin yardımlarını te’min bahanesiyle Balta Limanı’ndaki yalısında dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticaret andlaşmasını imzaladılar. Andlaşma, 8 Ekim 1838’de kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmud tarafından tasdik olundu. Esas ve zeyl olmak üzere iki kısım halinde tanzim edilen andlaşmanın birinci kısmı (esas) iç ticarete ait maddeleri; zeyli meydana getiren ikinci kısım ise İngiltere’den ithal edilecek mallarla, transit eşyaların gümrüklendirilme şekillerini ihtiva ediyordu.
Andlaşmanın zeyl kısmının ikinci maddesine göre zirai mahsuller ile sair eşya üzerine konan yed-i vahid yani tekel usulü tamamen kaldırılıyordu. Bu madde ile emperyalizmin önündeki engeller kaldırılarak iktisadi sistemimiz felce uğramış oluyordu. Ayrıca iç ticaretin Osmanlı vatandaşlarına münhasır kalması da kaldırılıp, istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına veriliyordu.
Andlaşmanın diğer önemli hükümlerine gelince; dördüncü madde ile, Britanya tebeası, Osmanlı memleketleri mahsulü olan bütün maddeleri, istisnasız olarak ihrac etme müsaadesine sahib olacaklardı. Altıncı madde ile transit resmi kaldırılmaktaydı. Yedinci madde ile, İngiliz gemileriyle gelen İngiliz emtiası için bir defa gümrüğü ödendikten sonra, ithalatçı veya alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Andlaşmanın bu hükümleri ile, Osmanlı hazinesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum kaldı, önceden yabancı bir emtia bir eyaletten diğer bir eyalete geçerken ilave gümrük ödemek zorunda bulunduğundan, fiyatı artarak rekabet gücünü kaybediyordu. Şimdi ise Osmanlı tüccarı bir yerden bir yere bir malı götürüp, satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları ortakları ve adamları yüzde beş vergi ödeyecekti. Böylece İngiliz tüccarları Osmanlı tüccarına karşı korunmuş oluyordu. Bilahare transit resminin devam etmesine karar verilmiş ise de buna karşılık ithalat resimlerine yüzde ikiye varan bir indirime daha gidildi.
Bu arada andlaşma hükümlerinin Mısır, Afrika eyaletleri dahil bütün Osmanlı ülkelerinde ve her sınıf halk tarafından tatbik ve riayet olunacağına dikkat çekildikten sonra, isteyen bütün dost devletlerede istisnasız olarak andlaşmanın teşmil, edileceği taahhüd olunuyordu. Nitekim 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı dış ticaretinde birinci sırayı alan Fransa menfaatlerine halel geleceğini bilerek bu andlaşma hükümlerine şiddetle karşı çıktığı halde, çok geçmeden 25 Kasım 1838’de yukarıdaki maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir andlaşma imzaladı. Bunu, Avrupa’nın diğer devletleri takib etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840’da İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840’da İspanya, 14 Mart 1840’da Hollanda, 30 Nisan 1840’da Belçika, 1 Mayıs 1841’de Danimarka ve 20 Mart 1843’de Portekiz ile andlaşmalar imzalandı.
Mustafa Reşid Paşa’nın faaliyetleri sonucu 1838’de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticari andlaşmalar esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa, devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir işe yaramamıştır. Nitekim andlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya başbakanı; “İşte Osmanlı şimdi bitti” derken, Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858’de andlaşmanın te’sirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin bir çok kolları şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başda gelir ki, bunlar tamamiyle İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları; Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çini, Teselya’nın iplik boya sanayii hep yok olmuştur. Bütün bu sanayii kollarının bugün Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır” derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu ticaret andlaşmaları, devlet hazinesini önemli masrafları karşılayamaz hale getirdi ve Avrupa’dan borç alma yolu açıldı. Böylece dışa bağımlılık devri başlamış oldu.
Gerçekten de sultan Abdülaziz 1861’de tahta çıkarken, 1838 ticari andlaşmalarının bir neticesi olarak, dış ticaretin yanında iç ticaret de yabancıların eline geçmiş, büyük çapta mali ve iktisadi çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karşılaşmış idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri I, 1580-1838 (Mübahat S. Kütükoğlu, Ankara-1974); sh. 92-125
2) Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat (Reşat Kaynar, Ankara-1985); sh. 120, 129
3) Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası (Rıfat Önsoy, Ankara-1988); sh. 14-46)
4) Osmanlı Tarihi (Enver Ziya Karal, Ankara-1976); cild-6, sh. 256, 257; cild-7, sh. 259
5) Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye; sh. 1113
6) Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi (İ. Cem, İstanbul-1982); sh. 215
7) Tanzimat mı Bağımlılaşma mı? (N. Kemal Zeybek, Milli Eğitim ve Kültür Dergisi; yıl-2, sayı, 6. 1980); sh. 7Kaynak: Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi