Tarihsel Arkaplan
İspanya'daki Yahudi varlığı çok eskilere dayanmaktaydı. Buraya gelen ilk Yahudiler'in Fenike kolonileri aracılığıyla yerleştiği belirtilir. Vizigot yönetimi altında da Yahudiler'in yaşadığı bilinmektedir. VIII. yy'da Kuzey Afrika'dan gelen Müslüman askerler ve sivil halkla Yahudiler arasında bir gerilim olduğundan fazla söz edilmemektedir. İber Yarımadası'nın tüm topraklarına yayılmış olan Yahudiler, ülkenin İslam İmparatorluğu'na dahil olması sonucunda, Hıristiyanlar'la birlikte, Zımmi uygulamasına tabi olarak yaşamaya başladılar. Vergilerini verdikleri sürece onları görece bir biçimde serbest bırakan İslam yönetimi, Yahudiler'in gerek ticarette gerekse de eğitim ve bilim alanlarında kendilerini geliştirmelerine olanak sağladı. İspanya'nın birçok metropolü, Yahudiler'in de katkılarıyla sözkonusu alanlarda hızla gelişmeye başladı. Bu durum İspanya'nın Yahudi Dünyası önünde bir cazibe merkezi olmasına yol açtı. Çeşitli ülkelerden buraya Yahudi göçleri gerçekleşirken, süreç içinde İspanya, dünyanın en önemli Yahudi merkezi olma ünvanını Babil'in elinden kaptı.
İslam ordularının saldırısıyla etkinliğini yitiren ve Kuzey İspanya'ya sıkışıp kalan Katolik aristokrasi, zamanla kendini toplamaya başladı ve yine güneye doğru saldırılar düzenledi. İslam yönetiminin zayıflamasına paralel olarak adada ilerleyen yönetim alanı, "Reconquista" adı verilen bir süreçle genişliyordu. Yarımada artık XIV. yy itibariyle Magripliler'in elinden hemen hemen alınmıştı. Eski toprağını tekrar ele geçiren Katolik otoritelerin ilk icraatlarından biri muhakkak bölgede bulunan Yahudilerin Hıristiyanlaştırılması oluyordu, ki bu durum da aslında sonradan kovulmaya önemli bir sebep teşkil edecekti. Çünkü bu süreç "Yeni Hıristiyanlar" ya da "Konversolar" adı verilen yeni bir grubun ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Konverso, "Dönüştürülmüş, Dönmüş; Dönme" anlamlarına gelen bir kelimeydi ve Katolik dininden olmayıp sonradan kabul eden herkesi tanımlamak için kullanılıyordu. Yahudi kökenli Konversolar'a "Marrano" ismi takılmıştı. Marrano, "Domuz" anlamına geliyordu. Bazı Marranolar yeni dinlerini aynen benimsiyor ve eski inançlarını olduğu gibi bırakıyor, önemli bir kesim ise dışarıda Katolik görünmekle beraber, eski inanç ve pratiklerini gizli gizli devam ettiriyordu. Bu durum bir Kripto-Judaizm'in doğmasına yol açtı. Marranolar çoğunlukla aralarından evleniyorlar bu da toplum ve otoriteler tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Bu kesim Kilise içinde de üst düzey örgütlenmelere giremiyordu. Tüm bu döndürme çabalarına rağmen Yahudilik'in, İslam'la da beraber, hala etkili bir biçimde varlığını sürdürmesi XIV. ve XV.yy İspanyası'nda şiddetli bir anti-semitizm'in doğmasına yol açtı.
Katolik İspanya'nın Birleşmesi ve Fermanın İlanı
1469'da Kastilya ve Leon Kraliçesi I. İsabel ile Aragon Kralı II. Ferdinand evlendi. Böylece iki büyük gücün birleşmesiyle İspanya'daki İslam aristokrasisinin tasfiye edilmesine yönelik son dönemece girilmiş oldu. Kendi kökenlerinde de Yahudilik'ten bağlantılar bulunan İsabel tam bir koyu Katolik'ti ve İspanya'nın Katolikleşmesi konusuna büyük önem veriyordu. Eşi Ferdinand'la beraber, kendisine gelen "Yeni Hıristiyanlar'ın gizli Yahudilik faaliyetleri"yle ilgili ihbarları ciddi bir biçimde ele alıyor ve takip ediyordu. 1478'de "Hıristiyan sapkınları bulma ve cezalandırma" amacıyla İspanyol Engizisyonu'nu kurdu ve başına tam bir Yahudi düşmanı olan Tomás de Torquemada'yı getirdi. 1492'ye kadar geçen süreçte binlerce Yahudi ve Konverso, Engizisyon tarafından mahkum edilerek yakıldı.
İspanya Müslümanları'nın Endülüs'te bulunan son kalesi Beni Ahmer Devleti, bu devletin de başkenti, aynı zamanda büyük bir Yahudi cemaatini de bulunduran Gırnata (günümüzde Granada) idi. Gırnata'nın 2 Ocak 1492'deki düşüşünden üç ay sonra, yönetim bütün Yahudiler ile Konversolar'ı ülkeden çıkarma kararı aldı. Bunu duyan Yahudi otoriteleri hemen harekete geçti. Özellikle bu süreçte en öne çıkan şahsiyetlerden biri İberya'nın son Yahudi büyüklerinden olan Don İzak Abravanel'dir. Aslen Portekizli olan Abravanel İspanya'daki anti-semitizme karşı büyük mücadele vermekteydi. Bunlardan en dikkat çeleni ise Malaga'da dinleri değiştirilmeye zorlanan Yahudileri bazı kaynaklara göre 20; bazı kaynaklara göre de 30,000 İspanyol altını ödeyerek kurtarmasıdır. Abravanel, anlatıldığına göre, kararnamenin iptali için 600,000 duka vermeyi önerdi. Torquemada, buna tereddütle de olsa ılımlı yaklaşan Ferdinand'a Hıristiyan (ve de İslam) Mitolojisi'nde yer alan Yahuda'nın İsa'yı para karşılığında ihbar etmesi öyküsünü örnek göstererek; İspanya'da kalabilmek için para teklif eden Yahudiler'in yine para karşılığında krallarına ihanet edeceklerini öne sürdü ve böylece kralı, Yahudiler'in en son umudu olan bu tekliften de vazgeçirdi. Bunun ardından ferman, 31 Mart 1492'de I. İsabel ve II. Ferdinand tarafından Elhamra Sarayı'nda imzalandı. Kararnamede uygulamanın sebebi Yahudiler'in iyi Hıristiyanları kendi kutsal inançlarından döndürmeye çalışmaları olarak belirtiliyordu. Bütün Yahudiler hangi yaş ve cinsiyetten gelirse gelsin buna uymaya zorunlu kılındı. Yanlarına altın ya da gümüş eşyalar almaları yasaktı. Ülkeyi terk etmeleri için tanınan süre dört aydı. Bu sürenin dolmasına rağmen ülkede kalanlar olursa idam edileceklerdi. Aynı şey Yahudiler'i evlerinde saklayanlar için de geçerli olacaktı. Kararnameyle ilgili ilginç bir rastlantı da, İspanya'dan son çıkış tarihi olan 31 Temmuz'un Yahudiler'in matem ve oruç günü olarak kabul ettikleri Tişa beAv'a denk gelmesiydi. Tişa beAv, Kudüs'te bulunan Beth Amikdaş'ın M.Ö. 580 ile M.S. 70'deki yıkılışının tarihiydi.
Kararnamenin İlanından Sonra Yahudiler ve Portekiz Süreci
Kararnamenin ilanının ardından Yahudiler hızla Kuzey Afrika'ya, özellikle de Magrip'e geçmeye başladılar. Önemli bir kesim de Portekiz'e geçerken, Hollanda ve İngiltere'ye yönelenler oldu. İskandinavya'ya gidenler de vardı. Türkiye'den ise Yahudiler'e iş ve vatandaşlık hakkı tanındığı haberi gelmişti ama Türkiye uzaktı. Buna karşın özellikle elit diplomat, zanaatkar, tüccar, bilim insanları ve din bilginlerinin başını çektiği sayıca önemli bir ekip Türkiye'ye yöneldi. Portekiz'e geçenler önlerindeki beş yıl içinde daha acı süreçlerle karşılaşırken, Kuzey Afrika'ya geçen birçok kafile çöllerde vahşi hayvanlar ya da doğal koşullar dolayısıyla telef oldu. Hollanda, İngiltere ve Türkiye'ye gidebilenler ise en şanslılardı. Süreç içinde yaklaşık 200,000 kişi İspanya'yı terketti. Bir yıl sonra da 1493'de II. Ferdinand'a ait olan Sicilya topraklarından yaklaşık 30,000 kişi atıldı.
Yahudiler'in İspanya'dan kovulması deneyimini 1497'de de Portekiz geçirdi. Portekiz Kralı I. Manuel, 5 Aralık'da yayınladığı kararnameyle; Yahudiler'e dinlerini değiştirme ile ülkeyi terk etme arasında bir seçim yapmalarını emretti. Dinini bırakmak istemeyen ve can güvenliğinden endişe duyan birçok Yahudi ikinci şıkkı tercih etti. Böylece XII. yy'da İngiltere'nin başlattığı, XIII. yy'da da Fransa'nın devam ettirdiği Batı Avrupa'nın Yahudiler'den temizlenme süreci büyük ölçüde tamamlanmış oldu. Portekiz'i İspanya'dan ayıran bir özellik de aynı yıl bütün Müslümanları da ülkeden kovması oldu.
Kararnamenin ilan edildiği yıl olan 1492'de, yine I. İsabel'in finansmanıyla batıya doğru giderek Hindistan yolunu arayan Kristof Kolomb, Amerika'yı keşfetti. Avrupa'dan bu yeni kıtaya göçler başladı. Hollanda ve İngiltere'ye geçen Yahudiler arasından bir kesim de bu göç dalgasına katılacak ve kıtadaki ilk Yahudi cemaatleri Sefaradlar, yani İspanyol ve Portekiz asıllı Yahudiler, tarafından başlatılacaktı.
Elhamra Kararnamesi ve İspanya Müslümanları
Elhamra Kararnamesi'yle Yahudiler'in İspanya'dan kovuluşu sürecinde Müslümanlar'ın durumuna nasıl bir bakış açısı getirileceği konusu her zaman bir sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır. Sanal ya da reel ortamlarda bu konuda yapılan çalışmalarda, en çok rastlanılan ifadelerden biri "İspanya'nın 1492'de Yahudileri ve Müslümanları kovduğu" şeklindedir. Bu, özellikle Holokost ve benzeri uygulamaların sadece Yahudiler'e getirdiği zararların daha öne çıkarıldığı, buna bağlı olarak da soykırım sömürüsü üzerinden bir "Yahudi Propagandası" yapıldığı düşüncesini paylaşıyor olmaktan ya da bu tarz düşüncelere dayanan tepkilere bir duyarlılık gösterme çabasından kaynaklanmakta olsa gerektir.
Gerçekten de tarihte Yahudilere karşı yapılan bir takım faaliyetler aynı anda diğer azınlıklara ve çoğunluktan olup sisteme tehdit olarak algılanan kimselere de yapılmıştır. Holokost'ta altı milyon civarında Yahudi, toplama kamplarında katledilir ve birçok cemaat tarihten silinirken; Yahudi olmayan beş milyon kişi de çeşitli sebeplerden ötürü aynı kamplarda can vermiştir. İspanyol Engizisyonu da birçok Yahudi'nin yanısıra bir o kadar da Müslüman'ı, Katolik'i ve Katoliklik dışına çıkmak isteyen Hıristiyan'ı heretik ilan ederek katletmiştir.
İspanya Müslümanları ise Reconquista sürecinde Katolik yönetimine girdikleri her yerde İspanyolca "Mudejar"; Arapça "Müdeccen" adını almaktaydılar. Gırnata'nın düşüşüne kadar geçen süreçte de Yahudiler'le aynı deneyimleri yaşadılar ve dinlerini değiştirmeye zorlandılar. Konverso Yahudiler'e Marrano dendiği gibi, Konverso Müdeccenler'e de "Morisko", yani "Magribi'ye benzer" deniyordu. Bu da tıpkı "Marrano"da olduğu gibi küçük düşürücü bir ifadeydi. Moriskolar da eski dinlerini bırakmadı ve gizlice devam ettirdi. Böylece bir Kripto-İslam ortaya çıktı. Gırnata'nın düşüşünden sonra İsabel ile Ferdinand; Müdeccenler'le Gırnata Sözleşmesi'ni imzaladı. Buna bağlı olarak Müdeccenler dinlerini özgürce yerine getirebileceklerdi, nitekim ki bu da uzun sürmedi.
Elhamra Kararnamesi'ne bakıldığında ferman yalnızca Yahudiler'i kapsamakta, Müslümanlar (ve eğer o tarihte İspanya'da varlar ise Ortodokslar) anılmamaktadır. Buna karşın, kararname ilan edildikten sonra Yahudiler'le beraber İslam toplumu içinden de İspanya'yı terk edenler olduğu bilinmektedir. Örneğin Türkiye'ye yönelen kesim içerisinde Müslüman Araplar'ın da bulunduğu ve ülkeye ulaştıkları zaman Adana dolaylarına yerleştirildikleri anlatılmaktadır. Yine İstanbul'da bulunan Arap Camii, İspanya'dan kaçan Müdeccenler'e tahsis edilmiştir. Bunun yanında dikkat çekebilecek bir nokta da Portekiz'in 1497'de bütün Müslümanları kovmasıdır. Kaynaklarda, Yahudiler'e tanınan din değiştirme seçeneğinin geçtiğine yönelik bir ifade yoktur. Bununla beraber Portekiz, İspanya'nın Yahudilere uyguladığı politikanın aynısını Müslümanlar'a uygulamıştır.
Müslümanlar'ın Elhamra Kararnamesi'nde adlarının geçmemesine rağmen, bu toplum içinden bir kesimin niçin İspanya'yı terk ettiğinin fazla bir açıklaması bulunmamaktadır. Bu, herhalde Engizisyon'un baskı, asimilasyon ve etnik temizlik uygulamalarını arttırması; bunun karşısında da, Yahudiler'in ülkeden kovulmalarıyla azınlık olarak yalnız kalan İslam toplumunun güvenlik duygusunu önemli ölçüde yitirmesi olarak açıklanabilir.
Üstünde en az çalışılan konulardan biri de, İspanya'yı Katolikleştirmek ve Yahudiler'den temizlemek isteyen I. İsabel ile II. Ferdinand'ın, ülkede önemli bir azınlık olarak bulunan Müslümanlar'ı neden kovmadığıdır. Bunun sebepleri Müslümanlar'ın hala daha vergi verebilecek ve işgücü oluşturabilecek bir potansiyel bulundurmaları olsa gerektir.
Elhamra Kararnamesi Yahudi Tarihi'ndeki önemli kırılma noktalarından biri olmakla beraber İspanya(ve belki de Avrupa)'daki Müslüman varlığı için de bir dönüm noktasıdır. Çünkü artık bu süreçten sonra Müslümanlar'a yönelik baskı ve şiddet artacaktır. Yüz yılı aşkın geçen zor bir süreçten sonra İspanya kralı III. Filip, 22 Eylül 1609'da yayınladığı 1609 Sürgün Fermanı'yla, Müslümanlar'ın Kastilya'yı terk etmelerini emretmiştir. Bunu 1610'daki Sürgün Fermanı izlemiştir. Ülkenin % 4'ünü oluşturan yaklaşık 300,000 kişi ülkeden ayrılacak, İspanya artık resmen Katolikler'in yaşadığı bir ülke haline gelecek ve İslam'ın varlığı Batı Avrupa'dan silinecektir. Bu noktada Elhamra Kararnamesi, İberya'da geçen bir sürecin en son adımlarından yalnızca biri olmakla beraber, aynı zamanda en önemlisidir.