Dünyagörüşüne dayalı şiirde söz konusu olanın ne olduğuna baktığımızda, Türk şairinin ya yaygın olarak örneğin ‘Natüralizm’ gibi bedenin ahvaline ya da örneğin ‘Materyalizm’ gibi bütüncü yaklaşımlara bağlanmış olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, dünyagörüşüne dayalı şiirde, şair, isteme halinden konuşmakta ve istemesini, yani arzu halini betimlemektedir. Ama bu arzu ve istemenin gerçekleştirilmesi veya doyurulması ve bu arada yüz yüze gelinen engelleri yaşama tarzı aynı değildir. Daha önemli olan ise, kişinin bir arzusunu gerçekleştirirken hangi değerleri koruduğu veya çiğnediği ve çiğnemek durumunda kaldığıdır. Her çağda ve her durumda aynı olmayan budur.
İDEOLOJİK ŞİİR
İdeolojik şiirde çatallı bir durum söz konusu... Bu ideoloji kavramının, ‘-izm’ olarak ideoloji ve söylem olarak ideoloji olmak üzere çifte anlam alanı içeriyor oluşundan kaynaklanmaktadır.-izm’ olarak ideolojik şiirin, Türk şiirine ne yaptığı, örneğin bu tür şiirin. terimin birinci anlamında marjinal bir alana çekilmiş olduğu bugün seçik olarak görülmektedir. Şiirin ‘-izm’ olması anlamında ideolojik olması gerektiğini savunan şair ve yazarlar bile, bu şiirin bu gün yazılmakta olan örneklerini başarılı ve itibarlı bulduklarına dair bir emare gösterememektedirler. Felsefi şiir açısından buradaki sorun, ne belli bir ideolojiye bağlı olarak yazılan şiirin başarılı veya itibarlı örneklerinin bugün yazılıp yazılamadığıdır, ne de bir şiirin ideolojik emareler taşıyıp taşıyamayacağı sorunudur; problem olmuş olan, şiirin tinsel evreninin ideolojinin dünya ve insan tasarımına dayandırılması, dolayısıyla şiirin kaderinin, ideolojinin kaderine teslim edilmiş olmasıdır. Çünkü söz konusu ideolojilerin dönemi geçtiğinde, yani ileri sürdükleri dünya ve insan tasarımı inandırıcılığını yitirdiğinde, bu tasarıma göre yazılmış şiir de inandırıcılığını yitirmektedir.
‘-izm’ olarak ideolojinin şiire ne yaptığı bugün seçik olarak ortada, ama söylem olarak ideolojinin şiire ne yaptığı henüz seçik değil. Söylem olarak taşıdığımız ideoloji, tutum ve tepkilerimizin neliğini belirler ve bu ölçüde, örneğin ‘kadın sorunu’, ‘milliyetçilik’, ‘cinsiyetçilik’, ‘insan hakları’ gibi sorunların ortaya çıktığı durumlardaki edimlerimizi yönlendiren itkiye dönüşürler. Türk şairleri, yaygın olarak kendilerini bu tür ideolojinin öznesi olmanın dışında görürler; ne yazık ki durum tam tersidir ve o ölçüde de şiirleri iktidar ideolojisi denilen şeyi söylemsel olarak yeniden üreten bir içeriğe sahiptir. Örneğin, iktidar düzleminde yer alan bir şair, bulunduğu statüyü yitirdiğinde, o statünün dünya tasarımına göre yazılmış şiir de, devam edilebilirliğini, dolayısıyla da ilgi etkisini yitirmektedir.
İdeolojik şiirin, şiirde ortaya çıkardığı en önemli negatif netice, şairin, insanın realitesini ve bu realitede ortaya çıkan varlığı duyma, hissetme, görme olanağını tahrip etmiş olmasıdır.
FELSEFİ ŞİİR İLE FELSEFE ARASINDAKİ İLİŞKİ
Felsefi şiir, ne felsefi söylemle kurulan bir şiirdir, ne de felsefenin ortaya koyduğu bilgiye dayalı bir şiirdir. Felsefi söylemle ve bu söylemin içerdiği felsefi akıl yürütme sistematiğine göre yazılan bir ‘şiir’ zaten şiir olmaz. Felsefenin, yani filozofların ortaya koyduğu bilgiye dayalı olarak yazılan ‘şiir’ de, yaratıcılık ve söz konusu şaire aitlik ilkesi bakımından şaibelidir.
Felsefi şiir, şairin ‘felsefi göz’ edinmesi gerektiğini dile getiren bir anlayışa sahiptir. Felsefe, bize, zaten bunun için, yani felsefi bir göz edinmek için gereklidir. Yoksa felsefi bilgi üretmek için değil. Felsefi bilgi üretme işi, kuşkusuz şairlerin değil, felsefeciler ile filozofların işidir. Şiirin, içinde yaşadığımız çağın koşulları içinde insanın bulunduğu durumu göstermesi bakımından, şairin felsefi göze sahip olması gereklidir. Felsefi göz derken kastettiğim, görülen şeyin ‘ne olduğunu, onu o yapan şeyin ne olduğunu görmektir. Problem edindiğimiz konu nesnesini bağlantılar içinde görmemizi ve nesneyi gözden kaçırmamamızı sağlar böyle bir göz. Şairler çoğu zaman, şair olmayan kişiler gibi bakarlar ve baktıkları şeyin ne olduğunu görmezler. Çoğu kişi gibi, şairler de, olup bitene, inandıkları dünyagörüşü ve ideolojilerin ‘göz’üy hakadar ve. olup bitenin ne olduğunu değil, olup bitenin zihinlerindeki tasarıma uyup uymadığını problem edinirler. Ve şiirlerini de tam bu algı durumu içinden yazarlar. Felsefi göz, ‘ideolojik göz’ün, ‘dün yagörüşü gözü’nün dışında bir gözdür. Felsefi göz ifadesindeki ‘göz’, kavramsal sığa bakımından, duymayı ve hissiyatı da içine alan bir algı alanını kapsar. Şiir duymakla ilgilidir. Şiir, şairin gördüğü nü aynı zamanda duymasını da gerektirir.
Felsefi şiir, bir ‘aporia dururumu’nun, insanın bir problemle yüz yüze geldiği bir varoluş durumunun şiiridir. Aporia, Grekçe’de insanın anlamakta ya da açıklamakta güçlük çektiği bir sonunda. çözüme ulaşmanın olanaksızlığını, dile getirir ve kelime anlamı, çözümlenemezlik; çıkış yolunun yokluğu; çıkmaz demektir. Antik Yunan felsefesinde, bir sorunun çözümünde karşılaşılan, için den çıkılmaz mantıksal güçlük ve gidilecek yolun olmayışı anlamında kullanılmış.
Bu bağlamda, felsefi şiir, şiirde konuşan öznenin, çözümlenemez bir durumla yüz” e gelmesinin, bir çıkış yolunun bulamadığı bir varoluş durumun şiiridir. Ama, bu çözüm sunan bir şiir olmadığı gibi, bir çözümsüzlük, bir çıkışsızlık sunan bir şiir de değildir; ama bu durumu gösteren bir şiirdir.
Bu şiire, felsefi şiir yerine, kısa yoldan aporia şiiri adı da verilebilirdi. Yabancıya, yani başkasına düşkünlükle ıralanan bir kültürel ortamda veya toplumda, bu adlandırma kuşkusuz daha sükse yapıcı olurdu. Ama o zaman, felsefi şiir derken kastedilen tam olarak ifade edilmiş olmazdı. Daha kötüsü, felsefi şiir, insanın çıkmazda olduğunu söyleyen bir şiir anlamına gelebilirdi. Bu durumda, felsefi şiir derken, bir şiir anlayışından değil de, daha çok şiirin içinde bulunduğu bir durumu betimlemiş olurduk. Örneğin, “şiir çıkmazda, çünkü insan çıkmazda” (Turgut Uyar), gibi. Felsefi şiir, insanın bugün bir çıkmaz noktasına geldiğini söyleyen bir şiir değil.
Bununla birlikte, felsefi şiir, şairin bir derdinin, bu anlamda bir probleminin olması gerektiğini dile getirir. Bir şairin yazdığı şiirler arasındaki ortak bağ, şairin varlık derdi tarafından belirlenir. Problem bulmaca değildir. Değişik zamanlarda, birbirinden farklı dönemlerde yazılmış şiirleri aynı estetik kategori içine sokan öğedir problem. Bir şairi, o şair yapan edimler, o şairin varlık derdi tarafından organize edilirler; söz konusu şairin karakterinin cisimleştiği, yazgısının somutlaştığı edimlerdir bunlar.Çünkü, karakter halleri, benzer etkinliklerle oluşur (Aristoteles). Kişinin, devam ettirebilir olduğu şey, kendisinde özdeş olarak bulunan şeydir.
Kaynak
Hürriyet Gösteri DergisiAralık 2005
Yücel Kayıran.