Batı Kilikya bölgesindeki Göksu Antalya, Konya, Karaman ve Mersin illerinden akan ve Akdenize dökülen bir nehirdir. Göksu nehri 260 km uzunluğundadır. Aşağı yukarı aynı uzunlukta İki kolu vardır, kuzey kolu Gökçay güney kolu ise Gökdere`dir, ikisinin kaynağıda Toros Dağları`ndaki Geyik Dağları`ndan çıkar. Geyik Dağları Antalya-Gündoğmuş ve Konya-Hadım arasındadır ve Alanya`nın 50 km kuzeyinde bulunur. Bu iki kol Karaman-Ermenek`i geçtikten sonra Mut`un güneyinde birleşerek Göksu adını alır ve daha sonra Taşucu ile Silifke arasında Akdeniz`e dökülür.
Akgöl`ü ve Paradeniz`i içine alan Göksu deltasında, 300`den fazla kuş türü yaşar. Nesli tükenmekte olan deniz kaplumbağası ``Caretta caretta`` ve mavi yengeç (``Callinenectes sapidus``) yumurtalarını bu bölgeye bırakır. Bu iki türünde dünya üzerindeki yumurtlama alanları çok az kalmıştır. Göksu Nehri bu ve diğer özel doğa yapısı nedeniyle çevre bakanlığınca koruma altına alınmıştır.
Ayrıca Göksu Nehri`nde Mut`un güneyinden başlayarak 90 km`lik bir bölümünde su sporları yapılır.Genellikle yavaş akışlı bir nehir olması nedeniyle raftinge (akarsu veya nehir botu sporu) yeni başlayanların deneyim kazanmaları için son derece uygundur.
İmparator Frederick Barbarossa Üçüncü Haçlı Seferi sırasında 1190 yılında Göksu`da (o zamanki adıyla Saleph) boğulmuştur.
Göksu
Bir zamanlar
Saflığın ve doğruluğun diyarında,
Gülüşü dünyalara bedel,
Gözleri sürmeli kara kaşlı bir prenses yaşarmış,
Serveti binlerce akçe civarında;
Sahip olamadığı bir şey varmış ki,
Girdabına çekermiş günlerce onu,
Yüreğini yaralar,yermiş dirhem dirhem içini ki,
Kabuslarla uyanır,başlarmış ağlamaya;
Sabahları kuşların ötüşü ile uyanır,
İnermiş ırmağının kıyısına;
Başlarmış hayaller kurmaya.
Akarken mavi sular yüreğine,
Dinlermiş şırıltıları,tüm dikkatiyle;
Gene birgün ırmak kıyısında,
Oturmuş hayal kuruyormuş ki,
Bir keman sesi işitmiş hatırasında;
Keman ki yaklaştıkça ağlıyor,
Ağıt yakıyormuş sanki sevdiğine.
Ardından bir ses duymuş.
Sevda tınılarını ağzından düşürmeyen,
Titreyen çenesiyle kemanına,
İç veren bir ses;
O gece hiç kabus görmemiş.
Sabah atmış ırmağa kendini.
Artık kemancının yanında;
Yağmurla rüzgarda varmış,
Eşlik eden kemanın tınısına;
Bir an donup kalmışlar boşluğa,
Gördükleri ise kapkara bir yalnızlık;
Öylesine soruvermiş kız,
Adın ne diye oğlana;
Cevapsa çoktan hazır:
`GÖK`...
Ertesi gün kız gene inmiş
O gök mavisi,şarıldayan ırmağa.
Dinlemeye oğlanı,ağlayan tınıları;
Keman öyle ağlıyormuş ki,
Kızın içinde bir gül tomurcuklanıyor,
Kızarıyormuş doğan her güneşte.
Böylece haftalar ayları,aylar yılları kovalamış.
Artık keman öyle ağlıyormuş ki,
Yağmur ve rüzgar eşlik edemez olmuş
Kemanın bahtsız tınısına.
Kızın içindeki umutsa,
Kiraz ağaçları gibi dallanıp budaklanmış,
Çiçeklerle donatmış yapraklarını.
Kızın umutlandığı her gün,
Kalbi biraz daha hızlı atarmış.
Kemanın sızlatan her tınısı,
Kara kaşlı kızın yürek sancısı;
Ha bide unutmadan,
Kızın adı ise `SU` imiş.
Artık hasretlik duymaya başlamış,
Kemanın ağlayacağı her güne;
Merakta etmiyor değilmiş ya!
Kemanını yüreklendiren delikanlıyı;
Güneşin perdeden sızıp,
Yüzüne buseler kondurduğu gün,
Gözlerinde dost bir ışık birikmiş,
Öyle kocaman olmuş ki,
Açmak zorunda kalmış gözlerini;
`Görüyorum` diye bağırarak koşmuş yine,
Irmakta bekleyen biricik sevdiğine.
Oturmuş taşa ve koyulmuş,
İzlemeye kemanın her telini;
Artık kemanda başlamış,
Mutlu ve hareketli tınıları ağlatmaya;
Takılmış gözleri,
Dalan o melun bakışlara;
Neden daldığını sorduğunda ise kız,
Başlamış ağlamaya;
Yer,gök,rüzgar,su;
O dalan gözlerden bir yaş düşmüş ki,
Yeri göğü su kaplamış.
Sevenlerden de bir daha haber alınamamış;
VE O IRMAÄIN ADI DA
GÖKSU IRMAÄI OLMUŞ!
Vedat ZAR