Hacı Sadullah Ağa
Kısaca: HACI SADULLAH AĞA (1760-1854)XVIII. yüzyılın sonu ile XIX. yüzyılın ilk yarısı içinde yaşamış , hayat hikâyeleri ile eserleri birbirine karıştırılmış birkaç Sadullah adına rastlanır. ...devamı ☟
Sözün kısası Sadullah Efendi ile Hacı Sadullah Ağa da bu gibi bestekarlardan yalnızca ikisidir. Türk Musikisi Ansiklopedisi'ne göre Sadullah Efendi 1760 yılında İstanbul'da doğdu, tahminlere göre 1854 yılında öldü. Adı geçen eserde bu kimseye ait olan eserlerin çoğunun Hacı Sadullah Ağa'nın eserleri ile karıştırıldığına ve her ikisine bölüştürüldüğüne değiniliyor. Buna göre bu ayırımın kişisel görüşlere dayandığı ortaya çıkıyor. Biz bunlardan birisini, sadece Hacı Sadullah Ağa'nın romanlaşan hayat hikayesini buraya almayı uygun bulduk.
Daha geniş araştırmalar ve ele geçen yeni belgelerin ışığı altında hiç şüphesiz gerçekler gün ışığına çıkacaktır. Bugün elde bulunan belgelere göre çok yüksek bir bestekar ve sanat adamı olan musikişinas Sadullah Ağa'yı ok atmada, güreşte ve savaş oyunlarında başarılı bir adam olarak göstermek akla da pek uygun gelmemektedir.
Hacı Sadullah Ağa , takriben 1730 yılında İstanbul'un Fatih semtinde doğdu. Babası Hafız Kerim Efendi'dirSesinin güzelliğini babasından almış olduğu anlaşılan Sadullah Ağa, daha pek genç yaşta iken Enderun'a alındı. Sultan III. Selim'in hem şehzadeliği hem de padişahlığı zamanında Enderun en parlak yıllarından birini daha yaşamıştı. Hacı Sadullah Ağa bir yandan Enderun hocalarından musiki kültürünü arttırır ve bu sanatın inceliklerini öğrenirken, bir yandan da diğer derslere devam ederek Arapça, Farsça öğrendi. Kabiliyet ve değerini kısa sürede ispatlayarak önce çavuş, sonra Enderun'un en yüksek rütbelerinden biri olan musahib'liğe getirildi. Sultan III. Selim bu değerli sanatkarı sever ve sayardı. Bu nedenle sarayda bir daire, saray dışında bir konak "ihsan" edildi. Zamanla burada sözü dinlenen bir kişi oldu. Kültürlü, sözü-sohbeti yerinde, yakışıklı bir kimseydi. Ciddiyeti ve musikideki ustalığı sayesinde Harem'deki cariyelere musiki dersleri verirdi. Bu cariyeler arasında Mihriban adında bir kıza gönlünü kaptırmış, bu olay isminin çevresinde bir aşk masalının doğmasına neden olmuştu. Bu macera tatlı bir sonuca bağlanmakla birlikte Sadullah Ağa'nın sarayda daha ne kadar kaldığı ve ne zaman buradan ayrıldığı, hangi tarihte öldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Verilen tarihler ise çelişkilidir. Bu aşk masalı musiki tarihimize değişik şekillerde yansımıştır. Bunlardan birisi şöyledir:
"III. Selim'in musiki muallimlerinden Sadullah Ağa'nın musiki bilgisi ile beraber, sert ve namuslu bir zat olması hasebiyle hakkındaki itimade binaen Harem-i Humayun'da bulunan cariyelere musiki talimine memur olmuş ve bu sıralarda cariyelerden biri ile sevişmiştir. Hadise padişahın kulağına gitmiş, gazaba gelerek idamını ferman buyurmuş ise de, üstadın Padişah hazretlerinin fevkalade sevgisini kazanmış olmasından ve günün birinde affa uğrayacağı ümit edildiğinden idam hükmünün infazında acele edilmemesi, sonradan pişmanlığı mucib olabileceği düşünülerek hapiste gizlenmesi uygun görülmüştür. Nitekim Sadullah Ağa, birkaç gün devam eden hapis müddetinde, Bayati-Araban faslını yazarak talebelerine talim etmiş ve bir akşam padişahın huzurunda icra edilen şenlikte bu fasıl da okunmuştur. Bu renkli makam, faslın nağmeleri bestesindeki ince üslub padişahın nazarı dikkatini çekmiş, -Bu eserin bestekarı kimdir ?-, diye sordukları zaman, kendi ustaları Hacı Sadullah Ağa olduğu cevabı verilince birden eski gazabı geçmiş, böyle kamil bir üstadın hakkındaki fermanından dolayı esef ve pişmanlıklarını belirtmiştir. Bunu fırsat bilerek idam fermanının henüz icra edilmediği ve Sadullah Ağa'nın hayatta, hapiste olduğu bildirilmiş. Bunun üzerine III. Selim memnun olarak derhal tahliyesi ile beraber sevgilisi olan cariye ile evlendirilmesini ferman etmiş ve aynı zamanda hayatını kurtaranları da mükafatlandırmıştır. Bestenin güftesi şudur:
Padişahım, lutfedib mesrur-u şadeyle beni, Naümidim, bir nazar kıl bermuradeyle beni. Hatırımdan bir nefes gitmez dua-yı devletin Sen de ey kan-ı kerem lutfunla şadeyle beni. "
Diğer bir hikaye de aşağıdaki gibidir:
". . . III. Selim devrinin tanınmış sanatkarları arasında Sadullah Ağa da önemli bir mevkii elde etmiş bir musikişinastı. (Çavuş Mülazımı) olarak Enderun'a giren Sadullah Ağa, oradaki muallimlerden musiki tahsil etmiş, Çavuş olmuş, senelerce padişahın meclislerinde bulunmuştu. Saray'da yapılan küme fasıllarına, mehtaplı gecelerde Boğaz'ın münevver sahilleri arasında saltanat kayıklarındaki ahenk ve zemzemeye iştirak etmiş, nice zamanlar padişahın musahib'liğinde bulunmuştu. Padişahın hemşiresi Beyhan Sultan bir gün kendi saraylılarını yetiştirmek, onlara musiki talim etmek için biraderinden bir usta rica ettiği zaman, III. Selim kızkardeşine bu kıymetli musahibini göndermişti. Haftada bir-iki gün Beyhan Sultan Sarayı'nın yaldızlı kubbeli, içinde esrar ve evham dolaşan loş divanhanelerinin birinde musiki meşkleri yapılır, narin vücudlu, ürkek edalı, ipek şalvarlı Çerkes güzelleri çekingen ve mütecessis hocalarının karşısına dizilirler.
Onun geçtiği eserleri billuri sesleri ile okurlar, o yüksek kubbeleri derin ve ilahi terennümleriyle doldururlardı. Sonra ders bitince vahşi ve güzel bir gazal sürüsü gibi sarayın sessiz derinliklerinde kaybolurlardı. "
"Sadullah Ağa bir gün hep beraber yükselen billuri ahengin bir köşesinde kırık bir ses, sanki ağlayan bir nağme hisseti. Bunun sebebini bulmak için o tarafa çevrilen nazarları kendine bakan baygın, şuh iki ela gözle karşılaştı. Bu gözlerde musiki ile birleşerek konuşan öyle hürmetkar ve meftun bir mana, öyle ümitsiz bir iştiyak titriyordu ki, neye uğradığını şaşıran hoca, gözlerini başka tarafa çevirdi; fakat olan olmuştu. Genç saraylı ümitsiz aşkını ifşa eden gözlerini kaçırmış, hocası da bu renkli nurlardan akan cazip seyyalenin büyüsünden kurtulamamıştı. Fakat kuytu köşelerdeki sık kafesler arkasına gizlenmiş meraklı gözler ibu iki temiz ruhun da derinliklerine nüfuz etti; sırlarını pek çabuk ortaya attı. "
"Beyhan Sultan, Sadullah Ağa'yı sarayından uzaklaştırdı, derslere son verdi. Hiddetini teskin edemeyerek Sadullah Ağa'yı öldürtmesi için padişaha rica ve ısrara başladı. Padişah, musahibin günahsızlığına inandığı kadar, kıymetini bildiği için kendisine yakın davranmış, fakat el altından Sadullah Ağa'nın bir tarafa gizlenmesini emretmişti. Aradan günler, haftalar geçti. Zavallı Sadullah Ağa bu gizli köşede geçen yalnız ve mahrum günlerinin eseri olan bestelerinin birinde,
Gönlümü aşüfte kılan sevda senindir, sen benim Ah benim canım, ah cananım, Mihriban'ım Ah sen benimsin, sen benim!!. .
tehassürü ile kendine teselli aramış, hicranını seslendirmişti. Bir Ramazan gecesi Topkapı Sarayı'nın (Hünkar Sofası)musiki üstadlarının sanatkar nağmeleriyle dolup taşarken, dinleyiciler arasında bulunan Beyhan Sultan, Sadullah Ağa'nın boş bıraktığı yeri acı ile görmüş, teessürünü yenemeyerek Padişah'a(-Ah! Aslanım Sadullah Ağa kulunuza pek yazık oldu; yokluğu ne kadar belli oluyor)diye teessür ve pişmanlığını izhar etmişti. Bu fırsatı bekleyen III. Selim, (-Üzülmeyin hemşire; ben sizin nadim olacağınızı bildiğim için Sadullah'ı sakladım. Madem ki pişman oldunuz, şimdi şanınıza düşen mükafatı o zavallıya ihsan edin-)demişti.
Nihayet Beyhan Sultan'ın muvaffakatiyle güzel Çerkes kızı, baygın gözlü Mihriban, azat edilerek bu iki meftun sanatkar gönül birbirleriyle birleşti. "
"Senelerce sonra , Hicri 1216(M. 1801) yılının bir gününde her yaşayan varlığı sinesine çeken ölüm, Sadullah Ağa'yı da hatırlamış, bir zamanlar en ücra köşelerinde bile besteleri dolaşan İstanbul'u omuzlarda dolaşan tabutu ile geçmiş, (Ziyan ola makam elhac Sadullah Ağa'ya) temennisiyle kendisi kabre ve hikayeleri de kalblere gömülmüştü. "
Hacı Sadullah Ağa , XVIII. yüzyıl sonu ile Sultan III. Selim döneminin en kudretli bestekarıdır. Aslında onu XVIII. yüzyıl musikişinasları arasında incelemek gerekirken bu nedenle bu dönemde incelemeyi uygun bulduk.
". . . Bu dönemde yaşayan bestekarlar arasında Hacı Sadullah Ağa'nın pek değerli ve önemli bir yeri vardır. Klasik Musikimizin şekil, ritm, melodi, makam özelliklerini iyi, düzgün, olgun bir bestekarlık anlayışına, kabiliyetine temel yaparak vücuda getirdiği ses mimarimize ait eserleriyle gerçek ve geniş bir şöhret sahibi olan Hacı Sadullah, bize Arazbar-Buselik makamında bir Kar, bir beste ve yürük semai bırakmıştır. Bayati-Araban makamındaki eserlerinden birinci bestenin güftesinde padişahtan sevindirilmesini sözle, sesle adeta sarmış, kucaklamış gibidir. Ağır ve yürük semai'nin güfteleri bu eserler için seçilmiş manzumelerden alınmıştır. "
"Bestecilikte üstün bir kabiliyet ve kudret sahibi olan Hacı Sadullah Ağa, klasik sanatın içe ve dışa ait bütün özelliklerinden ustaca faydalanmayı ve bunları büyük formda eserler, makam ve şekillerle değerlendirmeyi bilmiş ve başarmıştır. "
Eserlerinin büyük bir bölümü padişaha medhiyedir ve ona sunulmuştur. Bu dönemde yetişen büyük musiki ustaları padişahın sanatkar kişiliğinde en verimli yıllarını yaşayarak bir "Ekol" oluşturmuşlar, musiki sanatımızın en değerli eserlerini vermişlerdir. Yeni tertip edilen makamlarla, eski ve unutulmuş makamlardan birbirinden güzel eserler bestelemişlerdir.
Eserlerinin tamamı büyük formlardandır. Sadullah Ağa, Tanburi İzak'la Şedd-i Araban faslını; Vardakosta Ahmed Ağa, Hafız Şeyda, Küçük Mehmed Ağa ile bugün unutulmuş olan Tahir makamındaki Kar'ı bestelemiştir. Bir söz eseri bestekarıdır, saz eseri bestelememiştir, günümüze Kar, Beste, Ağır ve Yürük Semai olarak yirmi yedi eseri gelebilmiştir.
Musikimize birbirinden değerli eserler kazandıran bu değerli bestecimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz. . . .
Hazırlayan: Tahir AYDOĞDU
Kaynak: Türk Musikisi Tarihi. . . . . . . . . Dr. Nazmi ÖZALP
Bu konuda henüz görüş yok.