Rum liderleri, 1960 antlaşmalarını ada için nihai sonuç olarak görmemiş, aksine Yunanistan ile birleşmeye doğru bir adım olarak kabul etmişlerdir. İki toplumlu bağımsız bir devletin aleyhine kanunsuz olarak çalışmaya devam etmişler ve 21 Aralık 1963'te Kıbrıs Türkleri'nin katliamı için planlarını uygulamaya koymuşlardır. Rum saldırıları o kadar insafsız hale gelmiştir ki, sayıları 103 civarındaki köylerde yaşayan Kıbrıs Türkleri, hayatlarını kurtarmak için kaçmak ve Kıbrıs genelinde ufak yerleşim birimleri meydana getirmek durumunda kalmışlardır. 1964 yılının başlarında meydana gelen olaylar Kıbrıs Türkleri'ni kendi topraklarında mahkum ve rehin hale getirmiştir. Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bu durumu "gerçek bir kuşatma" olarak tarif etmiştir.
15 Temmuz 1974'te Yunanistan'daki askeri hükümet ENOSİS'i gerçekleştirmek için Kıbrıs'ta darbe girişimine önayak olmuştur. Üç garantör ülkeden biri olan Türkiye, 1959 Garantörlük Antlaşması'nın 4. maddesi gereğince İngiltere'ye ortak müdahale çağrısında bulunmuş, ancak Harold Wilson başkanlığındaki İngiliz Hükümeti bu çağrıya olumsuz yanıt vermiştir. Bunun üzerine, Kıbrıs Türkleri'ni korumak amacıyla Türk kara, deniz ve hava kuvvetleri, adaya hızlı ve başarılı bir operasyon düzenlemişlerdir.
Kıbrıs Türkleri, Rumlarla barış içinde yaşamak amacıyla, her iki toplumun siyasi eşitliğine dayanan iki taraflı, iki bölgeli bir federasyonun kurulmasını desteklemişlerdir. Ancak Rum tarafının Türk tarafı üzerinde üstünlük kurmaya çalışması birçok gayreti boşa çıkarmıştır. Rum tarafı karşılıklı kabul edilebilir çözüm için müzakereler yerine, propagandaya başvurarak uluslararası forumları kötüye kullanmayı tercih etmiştir. Rumların 1983 yılında, Kıbrıs Türkleri'nin adil bir şekilde seslerini duyuramayacakları BM Genel Kurulu'na başvuruları, müzakere sürecinin kesilmesine yol açmıştır. Aynı yıl Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulmuştur ve Kasım 1983'te bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu dönemde toplumlararası görüşmeler yeniden başlamış ancak çözüm üretilmemiştir.
1997 AB Lüksemburg Zirvesi'nde alınan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı nedeniyle kesintiye uğrayan Kıbrıs müzakere sürecinin yeniden canlandırılması girişimleri, 1999 yılının ikinci yarısında hızlanmıştır. Bu çerçevede, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın 14 Kasım 1999 tarihli açıklamasında ifade ettiği üzere, "kapsamlı bir çözüme yönelik anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla" 3 Aralık 1999-10 Kasım 2000 tarihleri arasında 5 tur halinde aracılı görüşmeler gerçekleştirilmişse de, beklenen amaca ulaşılamamıştır.
BM Genel Sekreteri'nin 12 Eylül 2000 tarihinde 4. turun açılışında yaptığı açıklama, çözüm sürecinin önünün açılması yolunda umut verici bir adım olmuştur çünkü bu açıklamada Ada'daki iki halkın bir diğerini temsil etmeyen siyasi eşit taraflar olduklarını teyid eden, tarafların eşit statüleriyle katılacakları görüşmeler aracılığıyla yeni bir ortaklığı öngören kapsamlı bir çözüme ulaşmaları gereğinin altı çizilmiştir. Ancak Rum tarafı olumsuz tepki göstererek, 11 Ekim 2000 tarihli Rum Meclisi kararıyla sözkonusu açıklamayı reddetmiştir.
Bu redden bir yıl kadar sonra BM Genel Sekreteri’nin daveti üzerine Rauf Denktaş, 28 Ağustos 2001'de Salzburg'da Annan'la bir araya gelmiş, Kıbrıs sorununa ilişkin görüş ve beklentileri, Ada'daki gerçekleri bir kez daha izah etmiş ve daha sonra BM belgesi olarak da yayınlattırılan, Türk tarafının çözüm anlayışını yansıtan parametreler belgesini vermiştir. Anılan görüşmeyi takiben Alvaro De Soto, Ada'da 30 Ağustos-5 Eylül 2001 tarihleri arasında iki tarafla temaslarda bulunmuştur.
Denktaş, uzlaşmacı tavrını ve çözüm yönündeki iradesini bir kez daha göstererek, Glafkos Klerides ile 4 Aralık 2001'de Ada'da ara bölgede biraraya gelmiştir. Denktaş açış konuşmasında, ileriye dönük yapıcı bir vizyon ortaya koymuş, Türk tarafının eşit statüsüne dayanan yeni bir ortaklık kurulması amacına yönelik olarak kapsamlı bir çözümü müzakereye hazır olduğunu, sözkonusu ortaklığın AB üyeliğini varılacak kapsamlı siyasi çözümün esasları çerçevesinde destekleyeceğini ve bu bağlamda Türk-Yunan dengesinin korunması gerektiğini belirtmiştir.
Öte yandan, Haziran 2000'de Kuala Lumpur'da yapılan İKÖ Dışişleri Bakanları Konferansı’nda kabul edilen "Kıbrıs'ta Durum" başlıklı kararda, Kıbrıs Türk tarafının 31 Ağustos 1998 tarihli konfederasyon önerisi desteklenmiş, Doha'da Kasım 2000'de düzenlenen 9. İKÖ Zirvesi'nde ve Haziran 2001'de Bamako-Mali'de gerçekleştirilen 28. İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısında da benzer ifadelere yer verilen kararlar kabul edilmiştir.
Eylül 2000'de ve Kasım 2001'de New York'ta gerçekleştirilen İKÖ Dışişleri Bakanları yıllık koordinasyon toplantılarına ilişkin nihai bildirilerde yeralan Kıbrıs'a ilişkin paragraflar da, Müslüman Kıbrıs Türkleri’nin haklı davalarının desteklendiği ve bu konuda önceki İKÖ kararlarının teyid edildiği belirtilmiş; iki taraf, karşılıklı olarak birbirlerinin eşit statüsünü tanımaya çağrılmış ve bu çerçevede BM Genel Sekreteri'nin 12 Eylül 2000 tarihli açıklamasının desteklendiği bildirilmiştir.
GKRY’nin tek yanlı, hukuka aykırı başvurusu sonucunda AB üyeliğinin gerçekleşmesi halinde ise, bunun Ada'da ve Doğu Akdeniz'de barış ve huzura olumsuz yansımaları olacağı, Türkiye'nin Ada'ya ilişkin tarihi ve ahdi hak ve çıkarları nedeniyle bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceği 2002 yılında sunulan Annan Planı’na ilişkin yaklaşımında da ortaya çıkmıştır.
Yunan ve Rum tarafının başarılı stratejisi sonucunda AB-Türkiye-Kıbrıs üçgeninde zincire vurulan meselede Türkiye’nin ya AB’den, ya da Kıbrıs’tan vazgeçme ile, Kıbrıs Türkü’nün de tarih sahnesinden silinme tehlikesi ile karşı karşıya bırakılması amaçlanmıştır. Bundan sonraki safhada mevcut şartlar dikkate alınarak Kıbrıs üzerinde Türkiye’nin garantörlük haklarının sağlam güvencelere bağlanmasını; iki kesimliliğe dayalı siyasi eşitlik ve egemenliğin sağlam esaslar üzerinden tanımlanmasını esas alan makul bir uzlaşmaya varılması kaydı ile anlaşma imzalanmasının ve bu anlaşmanın da ancak Türkiye’nin AB üyeliği ile birlikte yürürlüğe girmesini içeren hareket tarzının uygulanmasının uygun olduğu değerlendirilmektedir.