Osmanlı Devleti - Kuruluş ve genişleme dönemi (y. 1300-1481)
Osmanlı tarihinin ilk iki yüzyılı neredeyse kesintisiz bir yayılma ve genişleme dönemi oldu. Bu dönemde Osmanlı egemenliği Kuzeybatı Andolu'daki küçük bir uç beyliğinden, Anadolu'nun tamamını, Güneydoğu Avrupa'yı ve Arap dünyasını içine alan bir imparatorluğa doğru çok büyük bir nicel ve nitel değişim gösterdi. Fetih süreci içinde Osmanlılar savaşçı kabile şefliğinden devlete dönüşürken Ortadoğu'nun köklü siyasal, ekonomik ve toplumsal kurumlan da gerek Bizans'tan, gerekseOrta Asya'nın büyük Türk göçebe ve yan göçebe konfederasyonları ile ilk gerçek Türk-İslam devletleri olan Selçuklulardan devralman kurum ve geleneklerle kaynaştı-nldı. Osmanlı sentezinin yeni kalıplan eskilerinin yerini aldı ve günümüze değin Ortadoğu'ya damgasını vurdu.Osman Bey ve ardıllarının zaferleri (y. 1300-1402)
Genişlemelerinin başlarında Osmanlılar küçülüp sönmekte olan Hıristiyan Bizans Devleti'ne karşı Türk gazilerinin önderleri olarak sahneye çıktılar. Sosyoekonomik açıdan gaziler, Germen comtatus ya da Gefolgschaft'ı gibi, bir savaş şefine kişisel bağlılık temelinde birleşen genç savaşçılardı; bu yönleriyle evrensel, islam uğruna savaşma ideoloj ileriyle ise özgül bir olguyu ifade ediyorlardı. Çevresinde toplandıktan aristokratik soyun ataları Malazgirt Savaşı'ndan (1071) sonra Orta ve Doğu Anadolu'ya yerleşen göçebe Oğuz Türkmen kitleleriyle Anadolu'ya gelmiş Kayı boyundandı. Iran ve Mezopotamya'da İlhanlı Devleti (İran Moğolları)'nin kurulmasıyla, Moğollar 13. yüzyılda yeni bir Türkmen dalgasını önlerinden Anadolu'ya sürdüler. Önemli kesimleri Anadolu Selçukluları tarafından uç denen sınır boylarına kaydınlan bu ikinci dalgayla Anadolu daha da Turkleşti. Kösedağ Savaşı'nda (1243) Moğolların Anadolu Selçuklu ordusunu yenmesinin ardından Osman Bey kuzeybatı Anadolu'daki uç beyliğinin emiri olarak sivrildi ve o yörede Bizanslılarla savaşan gazilerin önderliğini üstlendi.Anadolu Selçuklu gücünün yerini Moğolların gevşek metbuluğunun (süzerenliğinin) almasıyla, Anadolu'nun Moğol işgaline uğramamış bölgelerindeki Türkmen beylikleri bağımsız bir karakter kazandı. Bunlardan biri olan Osmanlılar arkalarında Germiyanoğulları gibi daha güçlü beylikler bulunduğundan akınlannı ister istemez İstanbul Boğazı ile Marmara Denizinin güneyinde kalan Bizans topraklarına yönelttiler. Bu, birkaç bakımdan onların tarihsel şansı oldu; darü'l-islama saldırsalar yalnızlığa itilip ezilecekken darü'l-harbe karşı hareketlerinde kendilerine bir geçim kaynağı aramakta olan ve İslamı yayma ateşi taşıyan başıboş göçebeleri, kentli işsizleri ve sürekli yeni otlaklara gereksinim duyan aşiretleri çevrelerinde topladılar. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu'nun içsel çürümüşlüğünü yakından tanıdılar. I. Bayezid'e (hd 1389-1402) değin de, bu ilk yayılmanın getirdiği kudret ve zenginliği doğudaki Anadolu Türk beyliklerini ele geçirmek için kullandılar.
1300'e gelindiğinde Osman Bey Dorylaion'dan (Eskişehir) Nikaia (İznik) Ovasına uzanan alanı ele geçirmiş ve Bizanslıların giriştiği birkaç örgütlü karşı saldınyı püskürtmüştü. Bizans imparatorunun Batı Avrupalı paralı askerlere başvurması Türklerden çok kendi toprakları ve halkına zarar veriyor, hem iyice şişmiş ve müsrifleşmiş Bizans Devleti'nin ağır vergi yükünden, hem de Katalan ve Norman şövalyelerinin zorbalık ve yağmacılıklarından yılan Hıristiyan köylüler, henüz görece ucuz bir yönetim sistemini, dolayısıyla daha hafif bir vergi yükünü temsil eden Türklerin himayesine girmeyi yer yer iyi karşılayabiliyorlardı. Bununla birlikte Osmanlılar o sırada etkili kale kuşatma ve düşürme araçlarından yoksundu; büyükçe kentleri alamadıkları gibi, Güneybatı Anadolu'da güçlenen Türkmen komşulan Aydınoğulları ve Karesioğullarına da dokunamıyorlardı. Orhan Gazi'nin 1326'da Bursa'yı alması Yakındoğu'nun köklü devlet gelenekleriyle yüksek islam kültürü ve hukukunun taşıyıcısı olan ulema için bir çekim merkezi yarattığı gibi, gerçek bir ordunun kurulmasını ve beyliğin devlete dönüştürülmesini sağlayacak idari, mali ve askeri gücün biriktırilmesinde ilk büyük adımı oluşturdu. Kuzeybatı Anadolu'nun Nikaia, Nikomedeia (İzmit) ve Scutari (Üsküdar) gibi geri kalan Bizans kentlerini de 1330-38 arasında ele geçiren Orhan, daha sonra güneydeki Türkmen komşularının iç kavgalarından yararlanarak 1345'te Karesi topraklanni ilhak etti. Edremit Körfeziyle Kapıdağ Yarımadası arasındaki bölgeyi denetimi altına alarak Marmara Denizine ulaştı. O zamana değin Trakya ve Konstantinopolis'teki (İstanbul) rakip Bizans hiziplerine paralı asker (ve büyük kazanç) sağlamak Aydınoğullarının tekelindeydi. 1346'da ise Orhan Bizans imparatoru VI. İoannes Kantakuzenos'un başmüttefiki oldu ve böylece Osmanlı birlikleri için Avrupa'ya geçme olanağı doğdu. Umur Bey'in ölümünden (1348) sonra Aydınoğullarının dağılması üzerine Osmanlılar gazilerin önderliğini tek başlarına üstlenecek hale geldiler. Kantakuzenos'un Bizans tahtını ele geçirmesine yardımcı olan Orhan, karşılığında imparatorun kızı Theodora ile evlendi ve Trakya'da dilediği gibi hareket etme hakkını kopardı. Osmanlı akıncılarının sık sık Gelibolu'dan yukarılara çıkarak elde ettikleri ganimet Osmanlı gücünün maddi temellerine katkıda bulundu. Orhan'ın küçük oğlu Süleyman Paşa 1353'te Gelibolu' yu üs haline getirdi ve Bizans'ın bütün tepkilerine karşın boşaltmayı reddetti. Süleyman'ın akıncıları bu üsten hareketle Meriç Vadisinden Balkanlar'a yöneldiler. Bir süre sonra Kantakuzenos, biraz da Türklerle işbirliği yapması nedeniyle tahttan düştü ve Avrupa tehlikenin gerçek boyutlarını fark etmeye başladı.
Bununla birlikte I. Murad (hd y. 1360-89) dönemine değin Gelibolu kalıcı fetihler için kullanılmadı. Bundan sonra, savunucularının azlığına ve dağınıklığına karşın Konstantinopolis'in kalın surlarından yılarak çevresinden dolaşmayı yeğleyen Osmanlılar doğrudan kuzeye, Trakya'ya uzandılar. Bu aşama 1361/62'de Adrianopolis'in zaptıyla noktalandı ve Bizans İmpatorluğu'nun bu ikinci büyük kenti Edirne adıyla yeni Osmanlı başkenti oldu. Konstantinopolis ile Tuna arasındaki en önemli kale olan Edirne Osmanlılara Avrupa'daki toprak kazanımlarını korumada, Trakya'yı yönetmede ve kuzeye doğru yayılmada önemli kolaylıklar sağlıyordu. Meriç Vadisinden yukan hareketini sürdürerek 1363'te Plovdiy'i (Filibe) alan I. Murad Bizans'ı tarımsal hinterlandının büyük bölümünden yoksun bıraktı; başlıca tahıl ve vergi kaynaklarını denetimine alarak imparatoru Osmanlıların metbuluğunu tanımaya zorladı.
Sırp prensi Stefan Dusan'm ölümü (1355) üzerine bölünmüş ve zayıf durumda kalan Sırplar, Macar kralı I. Lajos (Büyük) ve Bulgar çarı İvan (Şişman) ile ittifak kurarak Osmanlılara karşı ilk Haçlı seferini başlattılar. Bizans imparatoru V. İoannes de Konstantinopolis (Ortodoks) ve Roma (Katolik) kiliselerini birleştirerek Avrupa'nın desteğini sağlamaya çalıştıysa da, Bizans Batı'dan herhangi bir somut yardım alamadığı gibi kendi içinde daha fazla bölündü. Böylece I. Murad'ın Çirmen Savaşı'nda (1371) müttefiklere karşı kazandığı zafer Osmanlıların kendilerine olan güvenlerinin artmasına, düşmanlarının da daha fazla direnmeden Murad'ın metbuluğunu kabul etmelerine yol açtı. Bundan sonra Murad Avrupa' da vasallık ilişkilerine dayanan bir imparatorluğun temelini attı. Osmanlılar kendilerini metbu tanıyan, yıllık vergilerini düzenli ödeyen ve istendiğinde Osmanlı ordusuna asker veren yerel hanedanları tasfiye yerine onlarla işbirliğine gittiler. Egemenliklerini barış içinde benimseyen yönetici sınıflarla tebalannı canlarına, mallarına, geleneklerine ve konumlarına dokunulmayacağı konusunda rahatlatarak olası direnmeleri yumuşattılar ve kendi devlet aygıtlarını henüz çok geliştirmeden ya da işgal garnizonları kurmadan yeni topraklarını kolayca yönetebilir duruma geldiler. I. Murad 1371-87 arasında Makedonya'yı, bu arada Manastır (1382), Sofya (1385) ve Niş'i (1386) kapsayan Orta Bulgaristan'ı, sonunda da Sırbistan'ı fethetti.
Tuna'nın güneyindeki imparatorluk alanını pekiştiren bu hamle Balkan ülkeleri ittifakının 1389'daki I. Kosova Savaşı'nda uğradığı dramatik yenilgiyle noktalandı. Bugünkü Romanya, Bosna, Arnavutluk, Yunanistan ve Sırpların Belgrad Kalesi daha Osmanlı egemenliği dışındaydı, ama artık Müslüman yayılmasını durdurabilecek tek güç Macaristan'dı.
1. Bayezid'in Anadolu'yu ilhakı ve Timur'a yenilmesi
I. Bayezid babasının zaferinin meyvelerini toplamak amacıyla Avrupa'da yeni fetihlere girişmek şöyle dursun, Anadolu Selçuklu Devleti'nin enkazı üzerinde Konya'yı başkent alarak yükselen Karamanlı tehdidini göğüsleyebilmek için, yenik düşmüş eski vasallannı ivedilikle bağışlayıp yerlerine iade ederek dikkatini Anadolu'ya çevirmeye zorlandı. Bayezid'in öncelleri Türkmen beyliklerini zorla ilhaktan kaçınmış, ama evlenme ve toprak satın alma gibi barışçı yöntemlerle genişlemekten geri durmamışlardı. Bu yolla, Hamidoğulları ve Germiyanoğullarının Orta Anadolu'daki topraklarını ele geçirerek Karamanlılarla komşu olmuş ve I. Murad bir Karamanlı saldırısı olasılığına karşı bazı askeri önlemler alma gereğini duymuştu. Osmanlıların Avrupa ile uğraştığı sırada ise Karamanlılar Sırbistan'la işbirliği yaparak Murad'ın Avrupa ve Aşya'daki yasallarını kışkırtmış, Kosova'da bozguna uğrayan Balkan ittifakını da desteklemişti.Bu koşullarda Bayezid, Karamanlıların Anadolu'da başlattığı genel ayaklanmayı cepheden saldın yoluyla göğüslemeyi yeğledi. 1390 sonuna değin Batı Anadolu'daki bütün Türkmen beyliklerini topraklarına kattı; 139l'de Karamanlıları yendi; Doğu Anadolu'daki bazı Türkmen beyliklerini ortadan kaldırdı. Ama bölgenin fethini tamamlamaya hazırlandığı sırada, Balkanlar'da bu kez Macaristan ve Bizans'tan yardım gören bazı vasatlarının ayaklanması üzerine Avrupa'ya döndü. İki cephe arasındaki hızlı hareketleri nedeniyle Yıldırım sanı verilen Bayezid asileri kısa zamanda bastırdı (1390-93): Bulgaristan'ı işgal edip ilk kez doğrudan Osmanlı yönetimine bağladı ve Konstantinopolis'ı kuşattı. Macaristan'ın karşılık olarak örgütlediği büyük Haçlı seferini de Niğbolu Savaşı'nda (1396) bozguna uğrattı. Tuna'nın güneyinde Osmanlı egemenliği iyice sağlamlaşmış, Avrupa dehşete düşmüştü, islam dünyasında büyük saygınlığa kavuşan Bayezid, Kahire'deki kukla Abbasi halifesi tarafından (sultan unvanını tekellerinde tutmak isteyen Memluklerin muhalefetine karşın) sultan unvanıyla ödüllendirildi.
Bu nokta 14. yüzyıldaki Osmanlı genişlemesinin doruğu oldu. Bundan sonra haçlıların yarım bıraktırdığı işine dönen Bayezid, 1397'de Karamanlıları çiğneyip geçerek bu son Türkmen beyliğini topraklarına kattı. Osmanlıların Doğu Anadolu'ya dayanmaları, Orta Asya, İran, Afganistan ve Mezopotamya'da güçlü bir imparatorluk kurmakta olan Timur'un dikkatini çekmekte gecikmedi; 1398'de Hindistan'ı istilaya girişen Timur, batı kanadındaki ağırlık nedeniyle bu projesinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Osmanlılar ile Anadolu beylikleri arasındaki siyasi ve askeri mücadele, yerleşik köylülerin vergilendirilmesi üzerine kurulu sürekli, profesyonel ordusu ve bürokrasisiyle gerçek bir devlet ile göçebe kabile düzeni arasındaki toplumsal çatışmayı da ifade ediyordu. Türkmen beyliklerinin yapısı ise klasik Asyalı karakterine Osmanlılarınkinden daha çok uyan Timur'un devletine yakındı. Bayezid'den kaçarak kendisine sığınan Türkmen beyliklerinin de etkisiyle Timur sonunda Osmanlı gücünü kırmaya karar vererek Anadolu'ya girdi ve Sivas'ı yakıp yıktı. Bayezid ile Timur'un farklı nitelikteki orduları birbirlerine kavuşurlarken, bazı bakımlardan 1071'deki Malazgirt Savaşı'nda Uz ve Peçeneklerin Bizans'tan Alp Arslan'a geçmesine benzer bir gelişmeyle Osmanlıların Türkmen vasalları ve Müslüman askerleri, yalnızca kafirlere karşı savaşmayı öngören gazi geleneğinden koptuğu gerekçesiyle Bayezıd'i terk edip Timur'a katıldılar. Yalnız Hıristiyan vasallarının birlikleriyle kalan Bayezid 1402'deki Ankara Savaşı'nda) Timur'a tutsak düştü ve bir yıl geçmeden öldü.
İmparatorluğun yeniden kuruluşu (1402-81)
Anadolu'yu fethetmeyi amaçlamayan Timur, kendisine katılan Türkmen beylerine eski topraklarını vererek çekildi. Böylece Osmanlılar daha Bayezid'in oğulları zamanında Batı Anadolu'daki kazanımlarını geri alabildiler. İmparatorluğun o sırada herhangi bir saldırıya uğramayan Avrupa topraklarının sağlam iç örgütlenmesi bunda belirleyici rol oynadı. Türkleri belki Rumeli'den söküp atabilecek güçlü bir Haçlı seferi Hıristiyan alemindeki bölünmeler nedeniyle gerçekleşmeyince, Osmanlı Devleti'nin toparlanmasının önündeki başlıca engeli şehzadeler arası kavgalar oluşturdu. Bayezid'in dört oğlu taht uğruna birbirlerine girdiler. Yükseliş yüzyıllarının büyük köylü ayaklanmaları da bu ortamda çıktı. Büyük şehzade Süleyman Çelebi, Osmanlıların Hıristiyan vasallarını ye Bayezid'in doğudaki son fetih girişimini destekleyen kesimleri yanına alarak Edirne'yi başkent edindi ve bir ara Trakya'ya egemen oldu. Avrupa'daki ilk yayılma, dalgasının ardındaki eski Türkmen soyluları ise Çelebi Mehmed'in (I. Mehmed) çevresinde toplandılar. Güven ve istikrardan yana olan esnaf ve zanaatçı loncaları ile Anadolu'daki kent kökenli, Sünni, merkeziyetçi tarikatların da katılmasıyla Çelebi Mehmed bütün kardeşlerine üstün gelmeyi başardı;, Bursa'daki Musa Çelebi'yi, Balıkesir'deki İsa Çelebi'yi ve Süleyman Çelebi'yi öldürttü. Fetret Devri de (1402-13), Çelebi Mehmed'in bütün imparatorluğa egemenliğini kabul ettirmesiyle son buldu. Bu arada ideolojik esin kaynağım Şeyh Bedreddin'in panteist, ilkel komünist düşüncelerinde bulduğu kabul edilen Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ayaklanmaları da bastırıldı.I. Mehmed'in (1413-21) ve II. Murad'ın (1421-44 ve 1446-51) hükümdarlığı sırasında ikinci bir genişleme dönemi yaşandı ve Bayezid'in imparatorluğuna yeni topraklar katıldı. I. Mehmed ihtiyatlı bir politikayla Bulgaristan ve Sırbistan'da eski vasallık sistemine geri döndü ve bağlı prensliklere Avrupa'da yeni seferlere girişmeyeceği konusunda güvence verdi. II. Murad da padişahlığının ilk yıllarında daha çok Rumeli' deki gazilerin, komutanlarının ve vasal prenslerin, Anadolu'da da Ankara Savaşı'ndan sonraki konumlarına dönmeye çalışan Türkmen beylerinin yarattığı iç sorunlarla uğraştı. 1422-23'te Balkanlar'daki direnişi bastırdı; Konstantinopolis'i bir kez daha kuşattı ve kuşatmayı ancak Bizans'ın yüklü bir haraç ödemesi üzerine kaldırdı. Ardından Anadolu'ya yeniden egemen olarak Timur'un geride bıraktığı Türkmen beyliklerinin çoğunu haritadan sildi; doğudaki Timurlular Devleti'ni tedirgin etmemek için yalnız Karamanlılar ile Candaroğullarının yergiye bağlamakla yetindi. Bundan sonra ise, Osmanlı Devleti'yle Venedik arasındaki ilk savaşı başlattı (1425). Venedik Osmanlı topraklarında ve Karadeniz'de ticaret üstünlüğünü kazanmak için o ana değin sultanlarla iyi geçinmeye çalışmışsa da, Osmanlıların Makedonya'yı geçerek kendi gölü saydığı Adriyatik kıyılarına erişmesini engellemek uğruna Selanik'i Bizans'tan devralmıştı. Savaş birkaç yıl sürüncemede kaldı. Venedik İtalya'daki sorunlarla uğraşıyor, Osmanlılara da Venedik kadırgalanyla açık denizde değilse bile kıyı sularında, ordunun koruması altında baş edebilecek bir filo oluşturmak için zaman gerekiyordu. Bu arada Macaristan'ın Eflak (bugün Romanya'nın bir bölümü) topraklarına egemen olma çabası da, Murad'ı ömrünün sonuna değin uğraştıracak bir dizi çatışmayı başlattı. Sonunda II. Murad Selanik'i ablukaya alıp ordusunun kente girmesini (1430) sağlayacak bir donanma kurdu ve Adriyatik ile Ege'deki Venedik limanlarına denizden yapılan akınlarla Venedik'i 1432'de banşa zorladı. Anlaşma koşullarına göre Venedik Osmanlıların Adriyatik'e çıkmasını önlemeye çalışmaktan vazgeçiyor; karşılığında imparatorluk sınırlan içinde önde gelen ticari güç olmasına izin yeriliyordu.
Osmanlı Devleti'nin kurucu aristokrasisini oluşturan, Fetret Devri'nde de Çelebi Mehmed'in çevresinde toplanan Türkmen soylularının tahta çıkardığı II. Murad, çok geçmeden bu eski ailelerin Rumeli ve Anadolu'da kazanılan topraklarda kurdukları büyük mülklere de yaslanarak güçlenmelerinden tedirgin olmaya başladı. Türk beylerinin nüfuzunu dengelemek için hizmetindeki Türk olmayan grupları güçlendirmeye koyuldu. Özellikle, Yeniçeri Ocağı denen piyade örgütlenmesine ve her yıl Balkan eyaletlerinden toplanan Hıristiyan gençlerin Müslüman yapılarak sultana ömür boyu sadakat içinde yetiştirilmeleri anlamına gelen ünlü devşirme usulüne ağırlık verdi. Böylece devletin görece özerk çıkarlarına hizmet ederek devlete toplumdan ve toplumsal sınıflardan tümüyle bağımsızmış gibi bir görünüm kazandıran bir aygıtı geliştirdi. Yeni fethedilen toprakların tımar, zeamet ve haslar halinde dağıtımından aslan payım alarak zenginleşen ve çoğalan devşirmeler bu yükselme dönemlerinde hep savaştan ve sürekli genişlemeden yana oldular. Tehlikeyi gören eski Türk aileleri ise doğal olarak buna karşı çıktılar ve özellikle birçok sadrazam yetiştiren Çandarlılar çevresinde barış yanlısı bir grup oluşturdular. II. Murad bazen köklü ailelerin doğudan gelebilecek yeni bir tehlike ve yeniden iki cephede birden savaşmak olasılığına ilişkin uyarılarına ikna olmuş göründü ya da uymak zorunda kaldı. Bazen de devşirmelerin saldırı özlemleri doğrultusunda davranarak, 1434'te Sırbistan ve Eflak üzerinden yeniden Macaristan'la mücadeleye girdi. Macar kralı Sigismund'un 1437'de ölmesinden yararlanarak Sırbistan'ı (Belgrad dışında) işgal ye 1439'da ilhak etti. Böylece vasallık ilişkilerini her yerde dolaysız Osmanlı yönetimine dönüştürmeye doğru bir adım attı. Artık Tuna'nın kuzeyine ilerlemenin önündeki başlıca engel Macarların elindeki Belgrad Kalesi'ydi. Bu noktada Osmanlıları Eflak'ta, gazilerle sınır savaşlarında pişmiş, karakışta bile harekatı sürdürecek kadar dayanıklı ve inatçı Janos Hunyadi'nin komutası altındaki Macarlar duralattı. Osmanlı kuvvetlerinin Hunyadi komutasındaki güçlere yenilmesine barış yanlısı Türk soyluların baskısı da eklenince, II. Murad 1444'ün hemen başlarında Edirne-Segedin Antlaşması'yla Sırbistan'a özerkliğim geri vermeye, Eflak ve Belgrad üzerinde Macar egemenliğini tanımaya, Tuna'nm kuzeyine akın yapmamaya razı oldu. Aynı yıl Anadolu'daki başlıca düşmanı Karamanlılarla barış yaparak tahtı çok genç yaştaki oğlu II. Mehmed'e (hd 1444-46 ve 1451-81) bıraktı ve Manisa'ya çekildi ya da tam anlaşılamayan siyasal çatışmalar içinde çekilmeye zorlandı. Devşirmeler II. Mehmed'in çevresinde kümelenirken Çandarlı Halil Paşa sadrazamlığını korudu ve böylece çelişmeler çözülmemiş kaldı. Bizanslılar ve papa ise Osmanlı üst yönetiminde oluşan otorite boşluğundan Osmanlıları Avrupa'dan sürmek için yararlanmaya kalktılar. Örgütledikleri yeni Haçlı seferine, Müslümanlarla imzaladıktan barış anlaşmasının bağlayıcı sayılamayacağı konusunda papanın güvence vermesiyle Macaristan ve Venedik de katıldı. Haçlı ordusu Balkanlar'ı aşarak Karadeniz kıyısındaki Varna'ya vardı. Burada ikmallerini yaparak onlan Konstantinopolis'e taşıması planlanan Venedik filosu, II. Murad'ın Osmanlı ordusunun büyük bölümüyle Anadolu'dan gelmesini de önleyecekti. Ama Sırbistan'ın sultana sadık kalması Venediklilerin de yenilgi durumunda ticari ayrıcalıklarını yitirmekten korkarak yükümlülüklerini yerine getirmemesi Haçlıları Varna'da hareketsiz bıraktı. Bu arada Edirne'de askerin de ayaklanması (Buçuktepe Olayı) üzerine devşirme paşaların içten içe hoşnutsuzluğuna karşın çağrılan II. Murad Rumeli ve Anadolu tımarlılarını birleştirecek zamanı buldu ve 10? Kasım 1444'te Varna'da ezici bir zafer kazandı. Bundan sonra Trakya, Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan'ın geniş kesimleri dolaysız yönetime geçirildi, tskender Bey (Gjergj Kastrioti) önderliğinde Arnavutlar ise II. Kosova Savaşı'ndaki (1448) kesin yenilgiye kadar direndiler. II. Murad Şubat 1451'de öldüğünde Tuna sınırı güvenlik altındaydı. II. Mehmed'in ikinci saltanat dönemi açılırken, dıştaki sakinliğe karşılık, Osmanlı sarayı ve egemen sınıfının iç ilişkileri son derece gergindi: Devşirmeler artık bekledikleri günün geldiğini düşünerek sabırsızlanıyor; genç sultan, yedi yıl önce yeniçerilerin Buçuktepe Olayı'nın, hatta belki ondan önce Haçlı seferinin, el altından Çandarlı Halil Paşa tarafından kışkırtılmış olduğundan kuşkulanıyordu. Ama yeni bir iktidar odağı oluşturmaksızın, "baba yadigan" yaşlı vezirin temsil ettiği kurucu aristokrasinin gücünü kırmak için ancak büyük, olağanüstü bir zaferin kazandırabileceği saygınlıktan yararlanabilirdi. Bu nedenle, Varna ve II. Kosova savaşlarıyla ortaya çıkan elverişli durumu yeni fetihlerle değerlendirmek isteyen savaş yanlısı devşirme ricalinin ilk hedefi doğrudan doğruya Konstantinopolis oldu. II. Mehmed ve yandaşlarının sağlam gerekçeleri vardı. İki yakada kazanılan onca toprağın doğal yönetim ve kültür merkezi başkalarının elinde kaldıkça, Avrupa'daki Osmanlı egemenliği daha fazla genişletilemeyeceği gibi, Rumeli ve Anadolu' yu birleştiren gerçek bir imparatorluk da yaratılamayacaktı. Sadrazam ve öbür Türk soylulan ise İstanbul'a saldırmaya şiddetle karşıydılar. Hep yeni bir Haçlı seferi olasılığını öne sürüyor, gerçekte ise Bizans başkentinin düşürülmesinin devşirmelerin zaferi olacağından çekmiyorlardı. Bu inatçı tutumları sultanda ihanet kuşkusu uyandırdığı gibi, zamanı geldiğinde Çandarlı Halil Paşa'nın ihanetle suçlanması senaryosuna da uygun düşecekti. Kaldı ki, var olan kuvvet dengelerini sürdürmek uğruna Halil Paşa gerçekten Bizanslılarla bazı gizli ilişkilere girmiş olabilirdi. Sonunda gerçekleşen kuşatma (6 Nisan -29 Mayıs 1453), Konstantinopolis'in fethi (bks. İstanbul'un Fethi) ve Osmanlı başkenti yapılması Osmanlı tarihinde yeni bir perdeyi açtı. İç politika açısından, eski Türk ailelerinin korktuğu başlanna geldi. Önderleri hemen idam ya da sürgün edildi ve servetlerine el kondu. Bütün kilit mevkilere devşirmelerle yandaşları yerleşti. Dışta ise İstanbul'un alınışı, eski halifelik topraklatı hala Mısır Memlukleri ile İran'daki Timur ardıllarının elinde olduğu halde, II. Mehmed'i Fatih sanıyla İslam aleminin en ünlü hükümdarı yaptı. Üstelik Mehmed'in özlemleri, yalnızca Müslümanları ve Türkleri egemenliği altında toplamaya değil, yeni aldığı kentin simgelediği her şeye, Bizans İmparatorlu-ğu'nun canlandırılmasına, hatta belki tüm Hıristiyan dünyasına kadar uzanıyordu. Bu kadar kapsamlı hedefler uğruna II. Mehmed çeşitli dayanak noktaları kurmaya girişti. İlk olarak, istanbul'u yüzyıllar boyu hükmettiği alanın yeniden siyasal ekonomik ve toplumsal merkezi haline getirmeye yöneldi. Bu amaçla, imparatorluğun bütün tabi halklarından grupları kente yerleştirmeye başladı. En nitelikli, yetenekli ve girişken kişileri başkente çekmek için özel vergi bağışıklıkları getirdi. Belli başlı dinsel grupların millet denen cemaatler halinde kendi kendilerini yönetmelerine, sultanın genel himayesi altında kendi dinsel önderlerini, geleneklerini, medeni hukuklarını, dillerini korumalarına izin verdi. Kent fiziksel açıdan da restore edildi. Eski yapılar onarıldı; yollar, sukemerleri, köprüler yapıldı; kanalizasyon sistemi iyileştirildi; kalabalık bir nüfusu beslemek için gerekli dev bir ikmal ve iaşe ağı kuruldu, istanbul'un sanayi ve ticaretini geliştirmek için imparatorluğun dört bir köşesinden tüccar ve zanaatçılara belirli ayrıcalıklar tanındı. Zamanına göre çok geniş, hatta kozmopolit bir kültür taşıyan, ideolojiye çok önem veren, Rumca bilen ve Roma imparatorlarının ardılı görüntüsünü bilinçli olarak veren, İtalyan Rönesansı'nı dikkatle izleyen ve İslamın yasaklarına karşın Bellini'ye ünlü portrelerini yaptıran II. Mehmed, daha çok sipahiye tımar verebilmek için miri araziyi genişletmeyi ve şeriatı çiğnemek pahasına, örfi hukuk buyurma yetkisine dayanarak kurucu aristokrasinin elindeki mülk ve vakıfları yeniden devlet rakabesine almayı denedi. Bütün bu nedenlerle şeriatın temsilcileri ve halk arasında, gizlice Hıristiyan olduğu ya da olmayı düşündüğü bile söylenen II.Mehmed cihan egemenliği iddiası doğrultusunda, hırs ve enerjisinin önemli bir bölümünü Asya ve Avrupa'daki topraklarını büyütmeye ayırdı. Bizans ve Selçuklu hanedanlarının tek meşru varisi olduğunu sorgulayabilecek hiçbir bey bırakmadı ve geri kalan bütün vasallık ilişkilerinin yerine dolaysız Osmanlı yönetimini geçirdi. Ayrıca, Osmanlı egemenliğini II. Murad'dan devralınan sınırların ötesine taşıdı. 1454'ten 1463'e değin Avrupa'nın güneydoğusuna ağırlık vererek Sırbistan'ı ilhak etti (1454-55); Mora'yı imparatorluğuna katarak (1458-6X1) Bizans tahtının son hak sahipleri olan despotları ortadan kaldırdı. Venedik Mora'nın Ege kıyısındaki önemli kalelerini sultana teslim etmeyi reddettiğinde, II. Mehmed Osmanlı-Venedik Savaşı'nı başlattı (1463-79). Aynı zamanda Trabzon (1461) ile Sinop ve Kefe gibi Karadeniz'de 'varlıklarını koruyabilmiş Ceneviz (Cenova) ticaret kolonilerini alarak, Kırım hanlarının Osmanlı metbuluğunu kabulü sürecinin ilk adımını attı. 1463'te Katolik Macarlardan büyük baskı gören yerli Bogomil mezhebi, üyelerinin yardımıyla Bosna'yı işgal ve ilhak etti. Venedik'ten denizyoluyla gelen yardımlarla Arnavutluk direnmeyi sürdürdüğünde, kalabalık Türkmen aşiretlerini buraya sevkederek fethin tamamlanmasını sağladığı gibi, ülkede yerleşik bir Müslüman nüfus da yarattı. Yeni bir Haçlı seferi düzenleyemeyen Papalık ve Venedik ise Karamanlılar ile İran'da Timur ardıllarının yerini alan Uzun Hasan'ın yönetimindeki Akkoyunluları kışkırtarak II. Mehmed'in dikkatini doğudaki geleneksel düşmanlarına çekmeye çalıştılar. Ama II. Mehmed sülale kavgalarından ustaca yararlanarak 1466'da Karaman'ı işgal etti ve Anadolu'daki dolaysız Osmanlı yönetimini Fırat'a dayandırdı. Üzün Hasan buna çok sayıda Türkmen beyiyle Anadolu'ya girerek karşılık verdiğinde, Venedik de Mora'daki hücumlarını yoğunlaştırdı, Macaristan Sırbistan'ı istilaya başladı ve İskender Bey Bosna'ya saldırdı. II. Mehmed ise bu düşmanları birer birer yenmeyi başardı. 1473'te Otlukbeli Savaşı'nda Uzun Hasan'ı bozguna uğrattı. Akkoyunlu hükümdarı Anadolu'nun tümünde Osmanlı egemenliğini tanıdı ve İran'a döndü. Bu basan Suriye'deki Memlüklerle çatışmaya yol açtı. Memlukler'i yenememekle birlikte etkisiz duruma getiren II. Mehmed yeniden Venedik'le ilgilendi. Adriyatik kıyılarına denizden yapılan bir dizi akın sonunda varılan barışla (1479) Venedik Arnavutluk ve Mora'daki üslerini teslim etmeyi, ticari ayrıcalıklarının sürmesi karşılığında Osmanlılara her yıl düzenli haraç ödemeyi kabul etti. Bununla birlikte ortaçağ dünyasını Hindistan ve Çin'e bağlayan İpek Yolu ve Baharat Yolu'nun İtalya'daki son duraklarını ele geçirip karlı bir ticareti denetimine almayı amaçlayan II. Mehmed artan deniz gücüyle sonraki yıl yeniden harekete geçti. Ağustos 1480'de Otranto'ya Gedik Ahmed Paşa komutasında bir ordu çıkardı ve Rodos'a saldırdı. Başarının eşiğindeki II. Mehmed'in bilinmeyen bir yöne, belki Mısır'a doğru sefere çıkmak üzereyken 1481'de Hünkarçayın'nda ansızın ölmesi İtalya girişimine son verdi.
II. Mehmed büyük fetihlerinin yanı sıra imparatorluğun kurumsal yapılanmasına da önem yerdi. Önceki yüzyılda örf aracılığıyla gelişmiş olan siyasal, yönetsel, hukuksal ve askeri usulleri bir dizi kanunnamede (bak. Fatih Kanunnamesi) sistemleştirmeye çalıştı. Ama gerekli derlemenin boyutları ve art arda gelen seferler nedeniyle bu iş, ancak 16. yüzyıl ortalarında, I. Süleyman'ın (Kanuni) hükümdarlığında tamamlanabildi. Devletin ekonomik ve toplumsal temellerinin sağlamlaştırılması açısından da çelişkili sayılabilecek bir başarıya ulaşan II. Mehmed'in en önemli sorunu, bir yandan askeri harekatlarını, bir yandan da yeni yönetim aygıtlarını finanse edecek parayı bulmaktı. Hem Osmanlı merkeziyetçiliği görece ileri bir likiditeye yaslanmak zorundaydı, hem de devlet büyüyüp karmaşıklaştıkça (özellikle ordu aracılığıyla) ekonomiye gittikçe ağırlaşan bir yük biniyordu. Fethedilen toprakların çoğu has ve zeamet biçiminde dağıtılmış, sonra da bunların bir bölümü eski Türk soylularınca çeşitli yollardan mülk ve vakıf statüsüne geçirilerek asker (cebelü) besleme yükümlülüğünden arındırılmış olduğu için, II. Mehmed'in öncellerinden devraldığı vergi usul ve mekanizmaları ne yeterli nakit, ne de yeterli sayıda eyalet süvarisi sağlayabiliyordu. II. Mehmed'in bu durumda denediği çözümler kısa vadeli amaçlarına ulaştıysa da, uzun vadede ciddi sorunlar doğurdu. İlk önlem olarak, belirli aralarla bütün sikkeleri dolaşımdan çekip yerlerine nominal değeri aynı, ama ayan düşük sikke (züyuf akçe) çıkarttı, yani tağşiş usulünü devreye soktu. Herkesi yeni sikkeleri kullanmaya zorlamak için, her yana olağanüstü yetkilerle donatılmış silahlı müfrezeler yollayarak, duyurulan süre içinde yenisiyle değiştirilmemiş daha değerli eski sikkelere karşılıksız el koydu. Böylece halkın elindeki altın, gümüş ya da bakırın bir bölümü hazineye aktanldıysa da tağşişlerin kısa zamanda yol açtığı hızlı enflasyon zanaat üretimine ve ticarete zarar verdi. II. Mehmed'in ek gelir arayışında başvurduğu ikinci yöntem bazı zorunlu tüketim maddelerini devlet tekeline almak, sonra bu gelir kaynaklarını birer mukataa olarak açık artırma yoluyla en yüksek peşin bedeli ödeyenlere belirli sürelerle satmaktı. Tarım dışı sektörlerde mültezimliğin hızla yayılmasına ve tefeci sermayesinin güçlenmesine yol açan bu uygulama da, mukataaları alanların bir an önce kara geçme çabalan nedeniyle suni darlıklar yaratılması ve fahiş fiyatlar üzerinden satış yapılması sonucunu doğurdu. Son olarak II. Mehmed, gelir yaratan her türlü mülkiyetin son çözümlemede sultana ait olduğu ilkesini getirdi ve özellikle tarımsal arazi üzerindeki devlet rakabesini güçlendirerek geniş mülk ve vakıf topraklarını zoralım yoluyla miri araziye kattı. Miri araziden sipahilere dağıtılan küçük tımar sayısını artırmayı amaçlayan bu kapsamlı müdahale, gelir kaybına uğrayan ilmiye sınıfı üyeleri, eski Türk aileleri ve hatta büyük malikaneler edinerek eski ailelere benzemeye başlayan bazı devşirmeler arasında büyük hoşnutsuzluk yarattı. Sultanın tasarrufu örfi hukuk çerçevesinde gerçekleştiğinden, tepkiler özel mülkiyeti koruyan şeriat kanalından dile getirildi. II. Mehmed son yıllarda saltanatını ulemayı, Türk soylularını ye devşirmeleri birbirine karşı kullanarak sürdürebildi. Örneğin Çandarlı Halil Paşa'yı idam ettirdikten sonra bütün sadrazamlarını devşirmelerden seçmesine karşın son sadrazamı, kökeni eski Türk ailelerine dayanan Karamanı Mehmed Paşa'ydı.