TBMM I. Dönem Erzurum Mebusu.
Hayatı
1879`da Erzurum`da doğan Nusret Efendi, Müftüzade Ömer Fazıl Efendi`nin oğludur. İlk ve orta öğrenimini Erzurum`da tamamladıktan sonra İstanbul`a gelerek Fatih Medresesi`nde öğrenimine devam etti. 22 Ocak 1900`de IV. Ordu, 25. Alay, 4. Tabur İmamı olarak memuriyete başladı. 15 Eylül 1906`da II. Ordu, 142. Alay İmamlığı`na tayin edildi. 8 Eylül 1912`de Alayı ile Balkan Savaşı`na katılarak Çatalca ve Lüleburgaz Muharebeleri`nde bulundu. Savaştan sonra Erzurum`daki IX. Kolordu , 82. Alay İmamlığı`na atandı. 13 Eylül 1916`da X. Kafkas Kolordu`su, 28. Alay İmamı oldu. Bu görevleri sırasında ileri hatlarda çarpışmalara katılarak komutanları tarafından takdir edildi . 25 Haziran 1916`da 2350 rakımlı tepedeki çatışmalarda top mermisinin etkisi ile hayati tehlike atlatmıştır .Mütareke`den sonra 32. Alay`ın I. Taburu`na tayin edildi. Aralık 1919`da Zonguldak ve çevresinde görev yaptıktan sonra Mart 1920`de emekliliğini istedi. Bu isteğinin sonucunu beklerken; Gözübüyükzade Ziyaeddin Bey`in Meclis`e katılmadan istifası üzerine 28 Ağustos 1920`de Erzurum mebusluğuna seçildi . Nusret Efendi`in mebusluğa seçildiğine dair Dahiliye Vekaleti tezkeresi 5 Eylül 1920`de TBMM`ne sunulmuş ve Meclis Birinci Şubesi`nce yapılan inceleme sonucunda kanuna uygun bulunarak, Genel Kurul`a sevkedilmiş ve 11 Kasım 1920 tarihli toplantıda milletvekilliği mazbatası onaylanmıştır.
20 Ekim 1920`de Meclis`e katılan Mehmet Nusret Efendi, Şer`iye ve Evkaf, İrşad, Kanun-ı Esasi ve Maarif Encümenlerinde görev aldı. Dönem içinde 8`i gizli oturumlarda olmak üzere, 64 konuşma yaptı, 3 soru önergesi ve 4 kanun teklifi verdi.
TBMM`nin otoritesini güçlendirmek, kanunların uygulanışını çabuklaştırmak, askerden kaçışları önlemek, milli hareketi engellemek isteyenlerle daha etkin mücadele etmek için İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırılmıştı. Bunlardan birisi de; Elcezire Cephesi Kumandanlığı`nın isteği, Mustafa Kemal`in önerisi ile kurulan ve merkezi Diyarbakır olan Elcezire İstiklal Mahkemesi idi . Bu mahkeme üyelikleri için 25.1.1921`de yapılan seçimlerde; Mehmet Nusret Efendi, 131 oyla üye seçilmiş ise de istifa etmiş ve Meclis`te 27.1.1921 istifası kabul edilmiştir .
10 Ağustos 1921`de Alay Müftülüğü`nden emekli olan Mehmet Nusret Efendi, milletvekilliğinin sona ermesinden sonra Erzurum`a döndü. 18 Ekim 1930`da vefat eden Mehmet Nusret Efendi, evli olup çocuğu yoktur. Ailesi, “SON” soyadını almıştır.
Meclis Çalışmaları
Mehmet Nusret Efendi`nin ilk kanun teklifi, Cuma Tatilleri ile ilgili olmuş; 7 maddelik bu kanun teklifiyle Cuma gününün memleketimizde oturan bütün unsurlar için istirahat günü olmasını önermiş ve bu öneri Meclisin 19.2.1921 toplantısında Layiha Encümeni`ne havale olunmuştur.Meclis Layiha Encümeni, teklifi görüşmüş ve halkımızın yüzde sekseninin çiftçi olduğu, haftanın diğer günleri işleri ile uğraşan bu insanların ancak Cuma günü ihtiyaçlarını karşılamak için şehirlere geldiği, zaten dinen alışverişin sadece namaz saatinde tatil edilmesi hükmünü mevcut olduğu, bununla birlikte arzu eden her sınıf ticaret ve sanat erbabının Cuma günü tatil yapmalarına zorlayıcı bir engel bulunmadığı gerekçesiyle teklifin reddedilmesini istemiştir.
Genel Kuruldaki görüşmeler oldukça tartışmalı geçmiştir. Ömer Vehbi Efendi (Konya), Kuran`ın namaz saatinde ticaretin bırakılması ve namazdan sonra ticaret için dağılması emrine aykırı olduğu için teklifin reddini, Süleyman Sırrı Bey (Yozgat), tatilin namaz saatine hasredilmiş olması nedeniyle Encümen üyesi olarak reddini savunmuşlardır. Salih Efendi (Erzurum), diğer dinlerdeki insanların birer tatil günleri olduğu ve o günlerde ibadet ve ziyaretle geçirdiklerini, Müslümanların da Cuma günü tamamen tatil etmeleri gereğini dile getirmiştir. Besim Atalay Bey (Kütahya), o günün ya tatil edilmesini veya memurlara çalışma mecburiyeti getirilmesini, Operatör Emin Bey (Bursa), Hıristiyanların Pazar, Musevilerin Cumartesi günlerinde tatil yaptıklarını ve insan vücudunun haftada bir gün tatile ihtiyacı olduğu gerekçesiyle kabulünü istemiştir. Yapılan tartışmalardan sonra Nusret Efendi`nin bu kanun teklifi reddedilmiştir.
Nusret Efendi`nin ikinci kanun teklifi, Kolordu ve Fırka karargahlarında birer müftü bulundurulmasıyla ilgilidir. Bu teklif Meclisin 4.4.1921 tarihli toplantısında Layiha Encümeni`ne gönderilmiştir. Bu encümen tarafından incelenen teklifi, görüşülmeye değer görülerek 21.4.1921 tarihinde Genel Kurula gelmiş ve ilgisi nedeniyle Müdafaa-i Milliye Encümeni`ne havale edilmiştir . Teklif, Genel Kurula gelerek yasalaşamamıştır.
Nusret Efendi`nin bir diğer kanun teklifi, BMM üyelerinden bir Şura-yı Evkaf seçilmesi hakkında olup, Milletvekilleri arasından 5 kişilik bir Şura-yı Evkaf oluşturulmasını ve bunun bütün yerel vakıf idarelerinin son başvuru makamı olmasını önermekteydi .Bu teklif, Meclisin 14.7.1921 tarihli toplantısında Nusret Efendi`nin isteğiyle Layiha Encümeni`ne acele görüşülmesi kaydıyla gönderilmiş ve Layiha Encümeni tarafından görüşülmesi uygun bulunduğu için 7.11.1921 tarihli toplantıda Şeriye Encümeni`ne gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Bu encümenin üye sayısını 3`e indirerek hazırladığı mazbata, Meclisin 30.1.1022 tarihli toplantısında görüşülmeye başlanmıştır. Söz alan Nusret Efendi, bir süre önce gittiği Evkaf İdaresi`nde bir dolapta toplanmış evraklar gördüğünü ve bunların ne olduğunu sorunca kendisine, taşradan gelen evraklar olduğu ve Şura-yı Evkafta görüşülmeyi beklediği, ancak henüz bunun oluşturulmadığı cevabının verildiğini anlatarak teklifinin nedenini belirtmiştir. Vakıfların durumunun iyileştirilmesi gerektiğini söyleyen Nusret Efendi, bunun eğitim, sağlık ve sosyal hayata etki edeceğini, üye sayısının izinli olmak gibi zorunlu engeller olsa bile en az 3 kişi ile toplantı yapılabileceği için 5 kişi olmasını ve teklifinin bir an önce kanunlaşmasını istemiştir. Ankara milletvekili Mustafa Efendi de konuşmasında, böyle bir Şura`nın gerekliliğini vurgulamış, ancak yasal olarak buna dayanak olduğu için yeni bir kanuna gerek olmadığını, bunun yerine “Şura-yı Evkaf iki aza ve bir reisten terekküp eder” şeklinde bir karar alınmasını ve üyelerinin Meclis dışından olmasını önermiştir. Emin Bey (Erzincan) ise şuranın Evkaf Vekaleti`nce uzmanlardan oluşturulmasını istemiştir. Tekrar söz alan Nusret Efendi, bu konuda şimdiye kadar bir karar alınmayarak işlerin ihmale uğradığını, kendisinin teklifi vererek sorumluluğunu yerine getirdiğini belirtmiştir. Süleyman Sırrı Bey (Yozgat) hakimiyetin millete ait olması nedeniyle Meclisin görevini başkalarına devretmesinin Halkçılığa aykırı olacağından kanunun bir an evvel çıkarılmasını istemiştir. Yapılan tartışmalardan sonra, Şevket Bey (Sinop)`in; Şura-yı Ekaf`ın kanunen mevcut olduğu ve oluşturulması için 1922 Bütçesine ödenek konulması hususunun Şeriye Vekaleti`ne havale olunmasına dair önergeyi kabul olunarak görüşmeler tamamlanmıştır . Böylece Nusret Efendi`nin teklifi değişikliğe uğratılarak gerçekleştirilmiştir. Şeriye Vekaleti, bütçeye ödenek konulmasından sonra bir başkan ve iki üyeli bir şura oluşturulduğu ve çalışmalara başlandığına dair bir tezkere ile Meclise bilgi vermiştir. Müvazene-i Maliye Encümeni`nin üyelerden birinin kadrosunu iptal etmesi üzerine söz alan Nusret Efendi, bunun şuranın işlemez hale gelmesine yol açacağı için Meclisçe reddedilmesini istemiştir. Vekilin de aynı görüşte olması nedeniyle bütçe dönemine bırakılmadan ikinci üye için de ödenek verilmesine dair bir teklif verilmiş ve acele görüşülmesi kararı ile Müvazene-i Maliye Encümeni`ne havale olunmuştur . Nizamnameye göre oluşturulan Şuranın bir başkan ve iki üyeden oluşması, başkanın yokluğunda en kıdemli üyenin başkanlık etmesi, üyelerden birinin yokluğunda Vekalet Hukuk Müşaviri veya yardımcısının Şuraya katılmasına dair Hükümet`in hazırladığı değişiklik önerisi Nusret Efendi`nin de içinde bulunduğu Şeriye Encümeni`nce, “Vekilin uygun göreceği kişilerden bu eksikliği tamamlanması” şeklinde değiştirilmiştir. Bu şekil Mecliste de kabul edilmiştir .
Mehmet Nusret Efendi`nin bir başka teklifi; Erzurum`da bir Lisaniyat Mektebi (Yabancı Diller Okulu) açılmasına ilişkin olup, Meclisin 22.6.1922 tarihli toplantısında Layiha Encümeni`ne gönderilmiş ve bu Encümenin hazırladığı mazbata, Meclis Başkanı`nca Şeriye ve Maarif Encümenlerine gönderilmek istenmişse de Nusret Efendi`nin itirazı ile sadece Maarif Encümeni`ne gönderilmiştir . Bu encümenden genel kurula gelmediği için Nusret Efendi`nin bu teklifi yasalaşamamıştır.
Mehmet Nusret Efendi arkadaşları ile birlikte, Divan-ı Temyiz-i Askeri hakkındaki kanun layihasının acele görüşülmesi için bir önerge vermişler ve bu Genel Kurul tarafından kabul edilerek kanun gündeme alınmıştır.
Nusret Efendi, Sükna Kanunu`nun acele olarak görüşülmesi hakkındaki önergeyi de 1.4.1922 tarihli toplantıda kabul edilmiştir.
Hasib Bey (Malatya) ile birlikte bir önerge veren Mehmet Nusret Efendi; Lozan Konferansı`nda milli menfaatlerimizi ve haklarımızı korumada gösterdiği cesaret ve metanetten dolayı İsmet Paşa`ya Meclis`in teşekkürlerinin bildirilmesini istemiş ve bu önerge, Meclis`in 31.1.1923 tarihli toplantısında oybirliği ile kabul edilmiştir .
Halil Bey (Ertuğrul) ile Nusret Efendi ortaklaşa verdikleri önergede; sığır vebasına karşı aşılama çalışmalarında sivil baytarların sayıca yetersiz kalmaları nedeniyle, görevleri nispeten hafif olan askeri baytarların da çalıştırılmaları ve bunun için Müdafaa-i Milliye Vekaleti`ne tebliğat yapılmasını istemişlerdi. Meclisin 22.12.1921 tarihli toplantısında bu önerge kabul edilerek askeri baytarların da aşı çalışmalara katılması için yasal dayanak hazırlanmıştır .
Nusret Efendi`nin verdiği bir başka önerge de Mahmut Kamil Paşa`nın Birinci Dünya Savaşı sırasında Erzurum`da yıktırdığı vakıf binaları hakkındadır. Önerge 31.12.1921 tarihinde Şeriye Vekaleti`ne havale edilmiştir . Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey 16.12.1922 tarihli yazılı cevabında; Rus istilasından önce Erzurum`da yol genişletme çalışmaları sırasında Şehit Cafer Efendi evkafından olan Caferiye Hamamı`nın yıktırıldığı ve onun karşılığı olarak emval-i metrukeden Pastırmacı Hamamı`nın istenilmiş ise de bu konuda Dahiliye, Şeriye ve Evkaf Vekaletleri ile yapılan yazışmalardan; yıkımın Meclis-i İdare-i Vilayet kararı ile yapıldığı ve binanın bedelinin belediyece tespit ve ödenmesi gerektiği, ayrıca Hazineye ait olan emval-i metrukenin hiçbir şekilde başkasına terkinin mümkün olmadığı ve 20.4.1922 tarihli Emval-i Metruke Kanunu`na göre, bu tür binaların karşılıksız olarak başkasına terk veya tahsis edilemeyeceği anlaşıldığından, buna göre hareket edilmesi 12 Haziran 1922 tarihinde Erzurum Vilayeti`ne ve Dahiliye Vekaleti`ne yazıldığı belirtilmektedir. Umur-ı Şeriye ve Evkaf Vekili Mehmet Vehbi imzası ile verilen cevapta da; 1331(1915) yılında III.Kolordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa ve Vali Tahsin Bey`in emri ile yol genişletmek amacıyla yıktırılmış olan Caferiye Hamamı`na karşılık olarak verilen Pastırmacı Hamamı`na ilgili kanun uyarınca Maliyece el konulduğu ve bu konuda yapılacak başka bir şeyin olmadığı kaydedilmiştir .
Rus işgali sırasında Konya ve çevresine göç etmiş olan Erzurum, Bitlis ve Van muhacirlerinden olup, bir buçuk ay önce asıl yerlerine geri gönderilen kafilelerden bir kısmının şiddetli kış nedeniyle Sivas`ta beklemek zorunda kalmışlardı. Yolların açılmasına kadar bu muhacirlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere muhacirin tertibinden bir miktar para tahsis edilmesi konusu Nusret Efendi tarafından verilen önergeyle 25.11.1920 tarihinde Meclisin gündemine getirilmiştir. Muhacirlerin ihtiyaçları için Konya`dan gönderilecek olan yirmi bin liranın araç yokluğu nedeniyle geciktiği Osmanlı Bankası Sivas Şubesi`ndeki paranın ise ordu ihtiyaçlarına ayrılmasından dolayı bu sıkıntının yaşandığı, gerekenin yapılması yeniden emredildiği ve olayın incelenmesi için müfettiş görevlendirildiği Dahiliye Vekili`nin 30.11.1920 tarihli cevabından anlaşılmaktadır .
Rus işgali sırasında içerilere göç etmek zorunda kalan muhacirlerin eski yerlerine dönmeleri meselesi ile hükümet, ilgilenmiş ve bunların geri dönüş masrafları için Sıhhiye ve Muavenet-i İctimaiye Vekaleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) 1922 Bütçesine 150.000. eklenmesi, savaşlar dolayısıyla harap olan binalarının tamiri için 500.000. lira konulmasına dair bir kanun teklifi hazırlanmıştır. 31.3.1923 tarihinde kanun üzerinde görüşmeler yapılmış, görüşmeler sırasında bu muhacirlerin sayısının 23.000. civarında olduğu ve ödeneğin yetmeyeceği husus dile getirilmiştir. Yine bu görüşmeler sırasında söz alan Nusret Efendi, Kafkaslardan sınırlarımız içine yapılan göçleri gündeme getirmiş ve bu göçmenlerin durumunu sormuştur. Sıhhiye Vekili Rıza Nur, bunların iskan ve iaşelerinin yapılmakta olduğunu ancak bazı muhacirlerin Rus vatandaşlığını devam ettirmek istediklerini ve bunların sınır dışı edilmesi için emirler verildiği cevabını vermesi üzerine Nusret Efendi, bu göçlerde siyasi bir yön olup olmadığını sormuştur. Rıza Nur, bu konuda Hariciye Vekaleti`nin daha bilgili olduğunu söylemiştir. Yapılan görüşmelerden sonra doğuda içerilere göç edenlerin dönmesi için bütçeye 150.000. ödenek eklenmesi kabul olunmuştur. Kanunun harap olan binaların tamiri ile ilgili maddesi 1.4.1923 tarihinde görüşülmüş ve bu görüşmeler sırasında Nusret Efendi, kanun teklifinde sadece köylerdeki binalardan bahsedildiğini ve kasabalarda da tahribat olduğunu belirterek, kanunun kasabaları da kapsayacak şekilde değiştirilmesini önermiş ve bu öneri kabul edilerek, savaştan dolayı kasaba ve köylerde tahrip olan binaların tamiri için 500.000. lira ödenek konulması kabul edilmiştir .
Gizli Celselerde Yaptığı konuşmalar
1. Antep Mebusu Abdurrahman Lami Efendi`nin Antep`in Fransız işgaline düşmesi ile ilgili olarak verdiği istizah önergenin 14.3.1921 tarihinde yapılan gizli görüşmesinde Heyet-i Vekile Reisi sıfatıyla Fevzi Paşa açıklamalarda bulunmuştur. Söz alan Nusret Bey`in, Fransızlar şehri kuşatmışken akıncı kuvvetleriyle onlara arkadan saldırı yapılıp yapılmadığını, savunma hatları oluşturulup oluşturulmadığını sorusuna; gerekli tertibatın alındığı, ova olan yerlerde savunma hattı oluşturulamayacağı, ancak geçit yerlerinde tedbir alındığı ve Cerablus Köprüsü`nün tahrip edildiği cevabı verilmiştir .2. Fevzi Paşa`nın Sakarya Savaşı sonrası askeri vaziyetimiz ile ilgili açıklamalarda bulunduğu 14.12.1921 tarihli gizil oturumda söz alan Nusret Efendi, Şark Cephesinde askeri ve mülki işlerin ayrı ayrı kişilere verilip verilmediğini sormuş ise de bir cevap alamamıştır .
3. 1921 Senesi Bütçesi üzerinde 9.2.1921 tarihinde yapılan gizli görüşmelerde, Maliye Vekili, Hasan Fehmi Bey, açıklamalarda bulunurken bütçe gelirleri toplamının 52 milyon olduğunu söylemesi üzerine, Nusret Efendi bu miktara Tekalif-i Milliye`nin dahil olup olmadığını sormuş ve hariç olduğu cevabı verilmiştir .
4. Karadeniz limanları ile İzmit ve Mersin limanlarına yapılacak buğday, arpa ve mısır ithalatından yalnız asıl oranında gümrük vergisi alınması (başka yerler ve maddeler için birkaç misli vergi alınabiliyordu) ile ilgili kanunun 13.2.1922 tarihli görüşmelerinde Nusret Efendi, miktar belirtilmesini istemiş ve bu öneri kabul görmüştür .
5. Bütçe açığının kapatılması için bir aylık maaşı kesilmesi teklifi üzerine Meclis`in 25.2.1922 tarihli gizli görüşmelerinde, Nusret Efendi söz alarak milletvekillerinin de fedakarlık yapmaları gerektiğini belirtmiş ve bir aylık maaş ve tahsisatın kesilmesini önermiş ve alkışlarla karşılanmıştır .
6. İsmet Paşa, Lozan Konferansı`nda görüşülen barış şartları hakkında Meclis`in 4.3.1923 tarihli gizli toplantısında açıklamalarda bulunmuştu. Bu görüşmeler sırasında söz alan Nusret Efendi, anlaşma şartları ile Halifenin sınırlarımız dışındaki Müslümanlar üzerindeki hakları düşürülmekte olduğundan, görüşmeler sırasında Hint Müslümanları adına bir heyetin Konferansa bir muhtıra verip vermediklerini, Hindistan Kaziyülkuzatının memuriyetinin Halife tarafından tasvibi hususunda ısrar edip etmediklerini, Mısır Komitesi`nin de Mısır`a bir kadı tayini için muhtıra verip vermediklerini sormuştur. İsmet Paşa bu tür teşebbüslerden haberi olmadığı cevabını vermiştir .
Tarihçiliği
Mehmet Nusret Efendi`nin eserinin adı “Tarihçe-i Erzurum Yahud Hemşehrilere Armağan”* olup 1338/1922`de İstanbul`da Ali Şükrü Matbaası`nda bastırılmıştır. Eser, Mukaddime, Medhal, Erzurum, Vak`a-i Rükneddin, Saltuklar, Mebani-i Kadime, Osmanlılar Zamanındaki Müessesat-ı Hayriye, Erzurumda 10.Asr-ı Hicriden Sonra Zuhur Eden Vekayi ve Teracim bölümlerinden oluşmakta olup başında Kabil Sefareti Münşisi (Katip) Ali Şevket Efendi`nin Takriz-i Kıymetdar bulunmaktadır.Yazar; vücut ademden hayırlıdır (varlık yokluktan hayırlıdır) diyerek, Erzurum hakkında velev ki noksan olsun bir tarihçe yazmak ilhamıyla, sonucu hayırlı olacağı düşüncesiyle, “Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş” beyti gereğince eserin yazılış amacını açıklamaktadır(s.16). Tarih`i toplumların sosyal hayatına ve bunun devamına faydalı bir ilim, toplum tek bir cisim gibi ele alındığında onun hafızası olarak niteleyen Nusret Efendi, eski Yunan, Çin, İran ve Romalılarda tarih çalışmaları hakkında bilgi vermektedir. Hicri 6. asra kadar savaşlar ve İslam ülkeleri hakkında yazılan kitapların yalandan ayırarak ve doğrulatacak delillerden ve mantıki kıyaslamadan yoksun olarak yazıldığını belirten Nusret Efendi, Katip Çelebi`nin incelemelerine dayanarak o dönemde mevcut olan 1400 eserin idarecilerle ilgili kısımlarına doğru nazarıyla bakılamayacağı görüşünü ileri sürmektedir. Bu tespitler, Nusret Efendi`deki, delillere dayanan, neden-nasıl sorgulamasını yapan ve idarecilerle bir bağı olmaksızın tarafsız tarih yazımı prensibinin işaretleridir. Bizde tarih yazımının gereği gibi gelişmemesini Büyük Alim İbn-i Haldun`un mesleğinin takip edilmemesi ve ortaya koyduğu kurallara uyulmamasına bağlayan Nusret Efendi, O`ndan ilhamla Tarih`in asıl kurallarını şöyle sıralamaktadır: 1- Tarihi olayların, doğal ve sıradan değişimlerden ayrılması, 2- Verilen savaş bilgilerinin, dönemin savaş teknikleri ve savaşın meydana geldiği yerin coğrafi şartlarına uygun olması, 3- Tarihçinin, menfaat duygusundan, gizli düşmanlıktan ve inanç taassubundan uzak, mantıklı delilleri kullanmada ustalık sahibi olması, 4- Milletlerin ve ümmetlerin mizac ve tabiatlarına vukufu, 5- Siyasi konularda idarecilerin ve diğer etkin kişilerin esrarengiz desiselerle ilgili gereği kadar bilgi sahibi olup, olayları inceleyerek gerçeği ortaya çıkarması. Nusret Efendi, bu şartları taşımayan tarihçinin eserine güvenilemeyeceğini belirttikten sonra, elde mevcut sayısı 900 civarındaki kitaplardan ancak üçte birinin bu şartları taşıdığı değerlendirmesini yapmakta ve III.Selim`in şehadetini birçok kişinin yazdığı halde bunlardan doğru ve güvenilir olarak Abdullah Münib Efendi`nin eserini örnek vermektedir (s.11). Vesikalara dayanmadan yazılan kitapların, bakıcıların çocuklara eğlence olarak anlattıkları hikayelerden farkı olmadığını anlatan Nusret Efendi, Volter`in uzaklığı ayarlanmayan dürbünün gölgeyi ağaç, ağacı leke göstereceği benzetmesini kaydederek, tarihçinin olayları araştırırken ne kadar dikkatli davranması gerektiğini vurgulamaktadır (s.12). Metin içinde Farsça bölümlere yer veren Nusret Efendi, döneminde kullanılan biraz ağır bir dil kullanmıştır. Kendisi bunun sebebini şöyle izah ediyor: Beliğ (iyi konuşma ve sözüne inandırma yeteneğine sahip) olmayan bir kişinin tarihi sıradan bir yazım ve dil ile anlatmasından hiçbir sonuç elde edilemez. Burada belağattan maksadımız belağat-ı sınaiye (yapmacık, sanatsal) değil, duygu yoğunluğunu geliştirecek, fikir ve düşünceleri bir noktaya toplayarak manevi güçleri en üst dereceye çıkarmaktır. Yoksa Vassaf gibi çok eski kelimeleri içeren bir belağat kullanmak değildir. Tarihi olmayan bir milletin edebiyatının ortadan kalkacağı, edebiyatı çöken bir milletin siyasi ve toplumsal varlığının mahvolacağını ifade eden yazar, Balkan devletlerinin tarihlerini ihya ederek ortaya çıktıklarını ve başta İngiltere olmak diğer devletlerin eski Yunan ve diğer tarihlerin ihyasına katkı sağladıklarını kaydetmektedir (s.14). Ortaçağda Arapların bazı büyük şehirler için hazırladıkları tarihler istisna edilirse bizde şehir tarihine sahip olmadığımız gibi derli toplu bir genel tarihimizin olmadığı tespitinde bulunan Nusret Efendi, bu alanda Hammer`in eserinin Türk Akademisi`nde genel tarih anlamında bir eser olarak kabul edildiğini kaydetmekte ve milletimizin ruhi yapısına yabancı birinin yazdıklarına güvenilemeyeceği görüşünü ileri sürmektedir (s.15). Erzurum`da yetişen bilginlerin, din adamlarının ve edebiyatçıların biyografilerinin unutulmasının din ve vatan namına bir suç ve günah teşkil edeceğini belirten yazar, kendisinin bunu önlemeye katkı sağlamak amacıyla yörede yetişen ünlülerin hayat hikayelerini yazdığını ve bu aşamada halk arasında anlatılanları da kaydettiğini, ancak abartmalı sözleri yazmadığını anlatmakta ve eserdeki yanlışlıkların düzeltilmesi için vatandaşların yardımını istemektedir (s.17). Tarih ve tarihçilik hakkındaki düşüncelerini yazdıktan sonra Erzurum`un yerleşimini anlatmaya başlayan Nusret Efendi, eskiden düşmandan korunmak için şehirlerin yüksek yerlere kurulduğunu ve kaleler yapıldığını, ancak savaş teknikleri değiştiği halde hala atalarımızın kurdukları yerlerde oturmaya devam ettiğimiz eleştirisini getirerek, kendi görüşünü destekleyen şu olayı kaydetmektedir: Eserini yazmadan uzun süre önce İran Maslahatgüzarı`nı ziyaret ettiği sırada Macar Vamberi ile karşılaştığını ve gıyaben tanıdığı bu kişiye doğuya yaptığı seyahatten yararlanmak amacıyla, şehirlerimizin nasıl mamur hale getirilebileceğini sorduğunu kaydeden Nusret Efendi, onun verdiği; öncelikle bütün savaş teknikleri ve mühendisliğin kurallarına uyulması gerektiği cevabını, “ikiyüz sayfada anlatılacakları iki cümlede özetledi” şeklinde bir nitelemesi ile yazmaktadır (s.18-19). Erzurum`un coğrafi ve stratejik konumu, Katip Çelebi`nin kaydettiklerini, Saltuklu ve Selçuklu dönemi olaylarını kaydeden yazar, Erzurum`daki eski eserlerini (kale, cami, medrese) ve Osmanlı eserlerini anlattıktan (s.25-36) sonra XVI. asırdan sonra Erzurum ve çevresinde meydana gelen siyasi olayları (Osmanlı Rus ve İran savaşları, isyanlar, 31 Mart öncesinde ve sonrasında cereyan eden halk hareketlerini v.s.) anlatmaktadır (s.38-87). Eserin sonraki bölümünde Erzurum ve çevresinde yetişen ünlülerin (Abdurrahman Gazi`den Yunus Emre`ye, Sadreddin Konevi`den Habip Baba`ya kadar 51 din adamı, bilgin, edibin) hayat hikayeleri yer almaktadır (s.87-129).
Nusret Efendi`nin eseri, genel tarihimizle ilgili eserlerin bile yetersiz olduğu bir dönemde bir şehir tarihi yazmak ve bunu yaparken modern tarih anlayışının gereklerinden olan kaynaklara dayanma, sebep-sonuç ilişkisi kurma, tarihsel verileri mantık süzgecinden geçirerek ayıklama yapma prensiplerine uygun olarak kapsamlı bir kitap yazılmış olması bakımından önemlidir. Hele o dönemde kaynaklara ulaşmadaki zorluklar ve bu şartlar içinde özellikle Doğu Anadolu ile ilgili olarak bir ilk olması bakımından dikkate alındığında eserin değeri daha da anlaşılacaktır. Kitap aynı zamanda, kendisinden sonra Erzurum tarihi yazacak olanlara rehberlik etme özelliğini taşımaktadır.