Okçuluk

Kısaca: Okçuluk Yayla gerili kirişe takılarak uzağa atılan, ucu sivri, düzgün ince ve kısa çubuk. Ateşli silahların keşfinden önce savaşlarda ve avcılıkta, daha sonra da sportif maksatlarla kullanılmakta olup, yay ile atılmaktadır. Okun, sap ve ucu sivri bir demir başlıktan müteşekkil olup, uzunluğu, ağırlığı ve genişliği yaya göre değişmektedir. Her ok her yayda kullanılmayıp, yayın ağırlığı azaldıkça okun ağırlığı da azalır. Mesela altı dirhem ağırlığındaki ok, yüz dirhem; beş dirhem ağırlığ ...devamı ☟

okçuluk
Okçuluk

Okçuluk Yayla gerili kirişe takılarak uzağa atılan, ucu sivri, düzgün ince ve kısa çubuk. Ateşli silahların keşfinden önce savaşlarda ve avcılıkta, daha sonra da sportif maksatlarla kullanılmakta olup, yay ile atılmaktadır.

Okun, sap ve ucu sivri bir demir başlıktan müteşekkil olup, uzunluğu, ağırlığı ve genişliği yaya göre değişmektedir. Her ok her yayda kullanılmayıp, yayın ağırlığı azaldıkça okun ağırlığı da azalır. Mesela altı dirhem ağırlığındaki ok, yüz dirhem; beş dirhem ağırlığındaki ok da doksan dirhem ağırlığındaki yay ile atılır. Yay, kıvrık ve esnek bir cisim olup, iki ucuna bağlanan ipin gerilemesiyle oku fırlatmaktadır. Eskiden manda boynuzundan yapılırken daha sonra ağaç, maden ve başka değişik maddelerden de yapılmıştır.

Okun baş tarafını teşkil eden ok başı, önceleri de çakmak taşından yapılırdı. Sonra bunun yerini bronz, demir ve çelikten mamül maddeler almaya başladı. Ok başı küçük, kemikli olanlara “peşrev” denilmektedir. Okun ucundaki sivri demir, kemik gibi sert maddeler, okun havada baş tarafının önde uçmasını, çarptığı yere derin girmesini sağlamaktadır. Okun bu parçasına “temuren, temren” denilmektedir. Günümüzde oku hala silah gibi kullanan Güney Amerika yerlileri, oklarının ucuna kürar denilen ve sinir uçlarını felç edip düşmanlarını büyük ızdıraplar içinde yavaş yavaş öldüren bir zehir sürerler. Ok sapının arka ucunda, yay ipinin üzerinde durmasına ve ipi kuvvetle çekmeye yarayan bir kertik bulunur. Sap üzerindeki “yelek” denilen kuş tüyleri ve kanatçıklar, okun havada düzgün uçmasını sağlamaktadır. Zırhlı elbiseleri delmek için sapa bağlanan ve kurşun topuzlar ile takviye edilen oklara kurşunlu ok denilmektedir.

Ok, boy itibariyle; tarz-ı has, kiriş endam ve şem endam olmak üzere üç çeşittir. Tarz-ı has, ok sapının boğazı ince ve uzunluğunun üçte bir yerinden başlayarak kalınlaşan, sonra da baldıra doğru incelen oklara denilmektedir. Boğazı, göğsü ve baldırı aynı incelikteki oklara “kiriş endam” boğazı ince, uzunluğunun üçte biri tok ve sonra giderek inceleşen oklara da “şem endam” denilir. Ok boyları, yirmi santim ila iki metre arasında değişmektedir.

Ok, çam ve gürgen başta olmak üzere muhtelif ağaçlardan, kamıştan yapılır. Kayın ağacından yapılanlara “hadenk” denir. Ağaçlar önce kurutulup, sonra ikişer santim kalınlığında kesilir ve “kuştere” denilen aletle düzeltilir. Bu vaziyette iki ay durduktan sonra mutedil hararetli bir fırında sararıncaya kadar bırakılır. Fırınlama meselesi çok mühimdir. Çünkü hararet fazla olursa ağaçlar yanıp kavrulabilir. Az olunca da ağırlığını muhafaza edip hareketi yavaşlatabilir. Fırından çıkartılan ağaçlar havadar ve rutubetsiz bir yerde on gün sonra yine rutubetsiz bir mahzende üç beş sene bekletilip ok yapmaya uygun hale getirilir. En kıymetli oklar; Çanakkale'nin Bayramiç kazası Çavuş köyü yakınındaki Kumunç Dağından kesilen çamlardan yapılırdı.

Araplar ve Türkler yaycılık ve ok atmada çok ileri bir seviyeye ulaşmışlardı. İslamiyetten önceki ustalıklarını Müslüman olduktan sonra daha da geliştiren Araplar arasında uzakta, hareket halindeki bir ceylanı anında vurabilen kimselere “rammet-ül hadak” (gözünden vurucu) denilirdi. Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve Cennetle müjdelenmiş olanlardan (Aşere-i mübeşşereden) biri ve büyük bir kahraman olan Sa'd bin Ebi Vakkas radıyallahü anh okçuların piri idi. İslamiyet yolunda ilk ok atan o olup, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); “Allahü teala oklarını kuvvetli ve isabetli, dualarını makbul eylesin.” diye duasını aldığı için attığı hiçbir ok boşa gitmemiştir. Çok nişancıydı. Uhud Gazasında Peygamber efendimiz düşmandan gelen okları yerden toplayıp ona verirdi: “At ya Sa'd Anam babam sana feda olsun.” buyururdu. Resulullah Sa'd bin Ebi Vakkas hariç, hiç kimse için ana ve babasını birlikte feda üzere mübarek ağzına almamıştır. Peygamber efendimizin; “Ok atmasını ve ata binmesini öğreniniz.” ve “Oyunun faydası olmaz, yalnız ok atmayı öğrenmek, atını terbiye etmek ve ailesi ile oynamak haktır. Ok atmasını öğrenip sonra unutan bizden değildir.” şeklindeki hadis-i şerifleri bütün harp vasıtalarının hazırlanması ve kullanılmalarının sulh zamanında öğrenilmesini emir ve teşvik buyurmaktadır.

Ok, eski Türklerde de milli silah olarak kabul edilmekte, çeşitli destan ve halk hikayelerinde ondan bahsedilmektedir. Oğuz kelimesinin “oklar” manasına (ok+z) geldiğini, z'nin çoğul eki olduğunu iddia eden lenguistler de mevcuttur. Gerçekte “-z” eki birden çok şeyler için kullanılmıştır. “di-z, gö-z, sö-z, yü-z” gibi. Okun aynı zamanda sembol olarak kullanıldığı da olmuştur. Oğuzlar, Bozoklar ve Üçoklar diye iki, Göktürkler de on oklar diye on büyük kola ayrılmışlardı. Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen oklar, Türklerin ok yapımında çok maharetli olduklarını göstermektedir. Dede Korkut Hikayelerinde bir Türkün alp, yani kahraman olabilmesi için, uçan kuşları ok ile düşürmesinin de şart olduğu belirtilmektedir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, hususi mektuplarında, ok ve yayı tuğra olarak kullanıyordu. Divan edebiyatında ise ok sevgilinin kirpiklerine yay da kaşlarına benzetilmektedir. Bu bir noktada mürşidin nazarıdır.

Osmanlılar zamanında okçuluk büyük bir ehemmiyet taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi devlet seviyesinde ele alınmıştır. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok mühim rol oynamışlardır. Özellikle Birinci Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi ve 1521 Belgrad Muhasarasının zaferle neticelenmesinde bu birliklerin payı çok büyük olmuştur. Böyle güçlü birlikler teşekkül ettirebilmek için ok talimleri ve müsabakalarının yapıldığı ok meydanları düzenlenmiştir. İlk olarak Orhan Bey Bursa'da, sonra Yıldırım Bayezid Gelibolu'da, Fatih İstanbul'da gemileri karadan Haliç'e indirdiği yerde ve Yavuz Sultan Selim de Yenibahçe'de ok meydanları inşa ettirmişlerdir. İstanbul'daki ok meydanlarının sayısı otuz civarında idi. Belgrad, Üsküp, Edirne, Bağdat, Kahire, Amasya, Şam, Diyarbakır ve Cidde gibi daha birçok yerde de ok meydanları bulunuyordu. Bu meydanlarda ok talimlerinden başka koşular, pehlivan güreşleri ve diğer atletizm müsabakaları da yapılırdı. Divan şairleri usta sayılan kemankeşler (okçular) için methiyeler, şiirler yazarlar, rekor sayılan atışlarda nişantaşları dikilirdi. Üçüncü Sultan Selim'in attığı okun düştüğü yere dikilen menzil taşı bugün hala yerindedir. Yavuz Sultan Selim Hanın önünde ok atan kemankeş için zamanından çok sonra Yahya Kemal'in yazdığı şiir bunların en güzellerinden biridir. İkinci Bayezid Han, Genç Osman, Dördüncü Murad, Dördüncü Mehmed Han, Üçüncü Selim Han, İkinci Mahmud Han ve Sultan Abdülaziz Han gibi padişahlar, kabri Ok Meydanı'nda olan Damad İbrahim Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Kemankeş Ahmed Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa gibi vezirler, okçulukta zamanlarının şampiyonu idiler.

Ok talimleri rüzgarın cihetine göre yapıldığından böyle her rüzgara maruz yerler meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımı ile uğraşanlara “ihtiyar” denilirdi. Her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu “şeyhü'l-meydan” diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü'l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan müsade alırlardı. Şeyhü'l-meydan ile menzil ihtiyarı ve mütevelli, meydanın ve okçuluğun bütün meselelerini, ihtilaflarını çözerlerdi. Burada talim yapanların imtihanlarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi. Üç yüz metreye ok atabilen okçu, “kemankeş” ünvanını alırdı. Okçuluk tekkesi, her sene altı mayısta ok talimlerine başlamak için açılır, pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere talimler altı ay devam ederdi. Okçular, müsabakalarına “koşu” derlerdi. Okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra müsabaka başlardı.

Atışlar mesafe atışı ve “hedefe atış” olmak üzere iki çeşitti. Bir de zarp vurma denilen sert cisimleri delme yarışı vardı. Hedefe atışlarda, hedef tabla veya “puta” denilen kalın meşinden yapılmış ve içi saman dolu cisimlerdi. Tabla iki ayak üzerine tespit edilir. İsabeti haber vermek için etrafına çıngıraklar konulurdu. Menzil atışına katılanlar meydan sorumlularından olan ihtiyarlar ki “azmayiş” denilen okları kullanırlar, dokuz yüzcüler, binciler ve bin yüzcüler diye dörde ayrılırlardı. Seksen gez aralıkta dikilmiş iki bayrak arasına düşmeyen oklar müsabaka haricinde tutulur, oku en uzağa atan kemankeş müsabakayı kazanırdı. Tarihte Ünlü kemankeşlerin menzil dereceleri şöyledir: Tozkoparan İskender 1281 gez (845,4 m), Arap kemankeş 1124 gez (741,8 m), Sübaşı Sinan 1109 gez (731,9 m), Havandelen 1235 gez (815,1 m,), Kazzaz Ahmed 1037 gez (684,4 m), Benli Karagöz 1161 gez (766,2 m), Deve Kemal 1205 gez (795,3 m), Çullu Ferruh 1223 gez (807,1 m) Kaptan Sinan 1232 gez (813,1 m), Bursalı Şela 1271 gez (838,8 m) Solak Bali 1239 gez (817,7 m) (Bir gez 66 cm'dir)

Okçular ok atarken, sol dizlerini yere koyup sağ dizlerini kaldırırlar “Ya Hak” diye sala verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Kazanan kemankeşin boynuna çaprazvari şal takılır. Okçular tekkesine götürülürdü. Şeyhü'l-meyadin de kazanana iltifat ederdi. Müsabakalarda mükafat koymak, sadece padişahlara, vezirlere ve şeyhü'l-meydanlara mahsustu. Her yıl binlerce kemankeş yarışırdı. Topkapı Müzesindeki bir belgede; 1671'de sadece Ok Meydanı'nda 3375 kemankeşin ok attığı belirtilmektedir.

Okçular, kullandıkları aletlere hürmet ederler, talim veya müsabakalardan sonra yay ve oklarını tekkedeki dolaplarına koyarlardı. Okçuluk tekkeleri iki odadan müteşekkil olup birinde sohbet edilir diğerinde ise yemekler yenirdi. Okçuluk sporunun ve tekkelerinin kendilerine ait kuralları olup, bunlara riayet etmeyenler, kemankeşlikten menedilmeye kadar varan birçok müeyyidelere tabi tutulurlardı. İstanbul, Edirne, Bursa gibi pekçok şehirde ok imalatçıları büyük çarşılar halinde toplanmışlardı. Osmanlı ordusunun ok ihtiyacını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından imal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Padişahı ise, dört yüz okçu muhafaza ederdi.

Osmanlının son zamanlarına doğru özellikle İkinci Mahmud Han zamanında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı. Cumhuriyet devrinde ise Necmeddin Okyay, Vakkas Okatan, Bahir Özak ve Kemal Gürsel, Okspor Kulübünü kurarak bu faaliyeti devam ettirdiler. Günümüzde okçuluk çalışmaları, Okçuluk Federasyonu tarafından yürütülmektedir.

Tarihi bir geleneği olan okçuluk yarım asıra yakın zamandan beri spor olarak, pek çok ülkede devam etmektedir. Günümüzde bu spor, dünyada 50 ülkede yapılmaktadır. Okçuluk spor cemiyetleri ve bunların bağlı oldukları okçuluk federasyonları vardır. Olimpiyatlara kadar giren, kaideleri tespit edilen bu spor dalı, erkek ve kadın yarışmacılar tarafından yapılmaktadır.

Müsabakalarda kullanılan oklar ağaç, sun’i madde veya çeliktendir. Ağırlıkları 20-28 gr, boyları ise atıcıya göre 65-72 santimetredir. Okların ucu sivri olup arkasında üç tüy vardır. Yayın iç kısmının ortasında hedefi görme işareti bulunur. Etrafı korunan düz çayırlık yerlerde hedef dikilmek suretiyle bu spor yapılabilir. Hedef, sıkıca sarılmış hasıra tespit edilen, 1,22 m çaplı kağıttır. Atıcı ile hedef arasındaki mesafe erkekler için 90, 70, 50 ve 30 m, bayanlar için 70, 60, 50 ve 30 m olarak belirlenmiştir. Her mesafeden 36’şar ok atılır. Hedefteki dairelere, yapılan isabetlere göre, yarışmacılara puan verilir.

OK

Yavuz Sultan Selim Hanın önünde Ok atan ihtiyar Bektaş Sübaşı Bu yüksek tepeye dikti bu taşı O Gazi Hünkarın mutlu gününde.

Vezir, molla, ağa, bey, takım takım Güneşli bir nisan günü ok attı. Kimi yayı öptü, kimi fırlattı En er kemankeşe yetti üç atım.

En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü Titrek elleriyle gererken yayı Her yandan bir merak sardı alayı Ok uçtu, hedefin kalbine düştü

Hünkar dedi; “Koca pek yaman saldın! Eğerçi bellisin benim katımda Bir sır olsa gerek bu ilk atımda Bu sihirli oku nereden aldın?”

İhtiyar elini bağrına soktu Dedi ki; “İstanbul muhasarası Başlarken aldığım gaza yarası İçinden çektiğim bu altın oktu.”

Yahya Kemal Beyatlı

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

okçuluk

Türkçe okçuluk kelimesinin İngilizce karşılığı.
n. archery

okçuluk

ok yapma ya da satma işi. ok ve yay kullanarak yapılan spor.

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

okçuluk Resimleri