3 Kasım 1839 günü ilan edilen Tanzimatla birlikte, kapılarını Batıya açan Osmanlı Devletine, oradan, önce, onsekizinci yüzyıl Aydınlanma devri devlet felsefesi girmiştir. Daha sonra da, Romantizm, Yeni Pozitivizm, Yeni Realizm, Tarihi Materyalizm, Entüisyonizm, Evolüsyonizm (Evrimcilik), İdealizm ve Materyalizm (Maddecilik), Fenomenoloji (Olguculuk), Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) ve Romantizm gibi çeşitli felsefe akımları girmiştir.
Bir geçit ve buhran dönemi olan bu dönemde, felsefe eğitimi almak üzere Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerikaya gönderilmiş olan öğrencilerden, Fransadan dönenler Fransız felsefesini; Descartes ve Descartesçılık, Bergson ve Bergsonculuk ile egzistansiyalizmi, Almanyadan dönenler Alman Felsefesini; Felsefi Antropoloji, Yeni Ontoloji ve Fenomenolojiyi, İngiltereden dönenler İngiliz Felsefesini; Yeni Realizm ve Yeni Pozitivizmi, Amerikadan dönenlerse, Pragmatizmi ülkeye getirmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğuna, Batıdan, ilkin girmiş olan onsekizinci yüzyıl Aydınlanma devri devlet felsefesi hakkında şunları söyleyebiliriz:
Aydınlanma devrinde devlet, her şeyden önce, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla meydana getirilmiş bir güven aracı olarak kabul edilmiştir. 18.yüzyıl Aydınlanma devri filozof ve düşünürleri, siyasi görüş ve düşünceleriyle yeni bir sosyal düzenin kurulmasına, devletlerin laik ve demokratik bir yapıya dayanmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır. Özellikle, Montesquieu (Monteskiyö) ve Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Ruso) bu görüşleri daha fazla geliştirmişler ve 1789 Fransız Devrimini hazırlamışlardır. 18. yüzyıl Avrupasını, Aydınlanmadan Fransız Devrimine götüren fikir ve görüşlerin bazıları Tanzimatla birlikte ülkemize de girmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunda, o zaman için yepyeni olan özgürlük, eşitlik, ve adalet kavramlarını geniş halk kitlelerine yayan, bireyin doğal hak ve özgürlüğünü savunan ve daha sonra, Cumhuriyetle birlikte gerçekleşecek olan devrimler üzerinde hiç de küçümsenemeyecek etkileri bulunan Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlarımız, özellikle Lametrie, Voltaire (Volter), Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Ruso), dAlembert ve Diderot (Didero) gibi Fransız ansiklopedist ve aydınlanmacılarının etkisinde kalarak devlet felsefesiyle uğraşmışlardır. Devlet felsefesine ilişkin olarak Namık Kemal, Osmanlı Devletinin yeni baştan düzenlenmesi, özgürlük, adalet ve eşitliğe dayanan bir devletin kurulması meselesi üzerinde önemle durmuştur.
Tanzimatın ilan edildiği ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına rastlayan dönemde, Avrupada, Romantizm egemendir. Romantik dünya görüşü, bu devrin sanat, edebiyat ve felsefesine damgasını vurmuştur. Osmanlılarsa, daha ziyade, Fransız Romantizminin etkisinde kalmışlardır. Romantizm, aslında, kendisinden önce Avrupada hakim olan bir düşünce çığırına, onsekizinci yüzyıl Aydınlanma çığırına bir tepki olarak doğmuştur. Bununla birlikte, özellikle Fransız Romantikleri, Victor Hugonun temsil ettiği sonraki gelişmiş Fransız Romantizminin önde gelenleri, siyasi düşünce ve görüşlerinde, yeniden Aydınlanmaya bağlanmışlardır. Ünlü Fransız Romantik düşünürü Victor Hugonun Romantizminden etkilenen Tanzimat düşünürlerinden Namık Kemal, Romantik edebiyat anlayışının etkisiyle romanlar yazmış ve tiyatro eserleri vermiştir.
Tanzimatla birlikte, Batıdan yapılan çevirilere ve Batı etkisiyle yapılmış çalışmalara gelince: Bunları şu tekilde özetlemek mümkündür:
Tanzimat döneminde ilgi, düşünce, görüş ve yazılarıyla Fransız devrimini hazırlayan Aydınlanma devri filozoflarına yönelmiş, onlardan çeviriler yapılmıttır. Ziya Paşa, Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Ruso)dan "Emile"i çevirmiştir. Bu çevirilerden bir bölümü, 1881de Mecmua-i Ebuzziyada yayımlanmıştır.
Münif Paşa (1828-1894), 18. yüzyıl ansiklopedistlerinin yaptığı çalışmalara benzer çalışmalar yapmış; bir dergi çıkartmış ve dernek kurmuştur. M.Paşa, "Muhaverat-ı Hikemiye" ("Felsefe Konuşmaları") adlı kitabını, 1859da, Fransız Voltaire, Fontenelle ve Fenelondan çevirdiği diyaloglardan oluşturmuttur. Münif Paşanın ayrıca, "Mecmua-i Fünun" ve "Hazine-i Evrak" adlı dergilerde yayınlanmış felsefi makaleleri vardır. 1878de, üçüncü kez açılışında Darül-fünunda felsefe derslerinin yer almasında Münif Paşanın bu makalelerinin de etkisi olmuştur.
Ali Suavi (1839-1878) ise, medreseden yetişmiş ateşli bir devrimcidir. "Ulum" ve "Muhbir" gazetelerini çıkartmıştır. "Kamusul-Ulum vel Maarif" adlı bir tür küçük ansiklopedi meydana getirmiştir. "Tarih-i Efkar" ("Fikirler Tarihi") başlığı altında ilk felsefe tarihi bilgisini, kendi gazetesi olan "Ulum" da yayınlamıştır. Bu yazılarında Ali Suavi, Sokrates öncesi Yunan filozoflarının görüşlerini oldukça geniş bir biçimde anlatmış, İslam felsefesiyle karşılaştırmalar yapmıştır.
Ahmet MithatAhmet Mithat (1842-1912), başlangıçta materyalizme eğilimliyse de daha sonra, İslam ahlakına ve doktrinine kuvvetle bağlanmış; Draperin "Din ve Bilim Çatışması" adlı kitabını dilimize kazandırmıştır. "Tarih-i Hikmet" adlı bir kitap kaleme almış, böylece kısa da olsa, bir felsefe tarihi kitabı denemesi yapmıştır. Ayrıca, Ahmet Mithat, kendi çıkarmış olduğu Dağarcık dergisinde, tercüme ve telif bazı felsefi makaleler yayımlamıştır. Bu dergide yayımlamış olduğu "Felsefe ve Feylesoflar" adlı yazısında, Ahmet Mithat, şunları söylemiştir:
"Felsefe kelimesi, aslında, Yunanca "philo"/"sophia" kelimelerinden oluşmuştur. Felsefe, bugüne kadar çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Örneğin, bazıları, onu, "felsefe, insanlığın özü üzerinde düşünce yürütmektir" diye, bazıları da "felsefe, insanın evrenle olan ilişkisini düşünmekten ibarettir" diye tanımlamışlardır. Bense, şimdilik bir öğrenciyim, filozof değilim ama, "olamam" demiyorum. Felsefeyi tanımlamak istesem şöyle derim: "Evrenin (bütün kısımlarının) birbiriyle olan bağlantı ve ilişkileri üzerinde düşünmektir."
Bundan sonra, Ahmet Mithat, Thalesten Sokratese kadar bir felsefe tarihi bilgisi vermiş ve şöyle demiştir: "Dünyada hiçbir filozof olmamıştır ki, bir manevi kuvvetin hüküm sürdüğünü görmemiş ve onu anlamamış olsun. Bunu, hepsi görmüşler ama, onun özünü gösterme bakımından birbirlerinden ayrılmışlardır".
Daha sonra, Ahmet Mithat, yine bu yazısında, "feylesof" deyince herkeste dinsiz veya kayıtsız bir insan fikri uyandığını belirtmiş ve "filozofun mu bilim adamı, yoksa bilim adamının mı filozof" olduğu konusundaki tartışmalardan söz etmiştir. Ahmet Mithat, bu yazısında bile, din konusuna girmeyi ihmal etmemiştir. "Nasıl ki felsefe, her yerde hakikati ararsa, din için de aranan hakikattir." demiştir.
"Felsefenin Sergüzeşt-i Ahvali" adlı yazısında ise, Ahmet Mithat, dinlerin sonradan saplandıkları dar görüşlülük ve taassup (bağnazlık) yüzünden fikir özgürlüğüne karşı yapılan baskılardan söz etmiştir. Ahmet Mithat, bu derginin yanısıra, "İttihad", "Matbaa-i Amire", "Takvim-i Vekayi" ve "Tercüman-ı Hakikat" (1876) gazetelerinin de kuruculuğunu yapmıştır. Amacı, dilde sadeleşmeyi sağlamak olan Ahmet Mithat, "Tercüman-ı Hakikat" gazetesinde de çeşitli makaleler, hikayeler ve romanlar yayımlamıştır.
1815de Mühendishaneye matematik profesörü olarak tayin edilen İshak Hoca ve Tamanlı Rıfkı Efendi, matematiğe ilişkin ilk ciddi çevirileri yapmışlar, Vidinli Tevfik (1832-1893) ise, ülkemizde, matematik ile felsefe arasındaki ilişkileri göstermiştir.
Aynı zamanda, Vidinli Tevfik, Ahmet Muhtar Paşa ve Yusuf Efendi ile birlikte, 1864de "Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye" cemiyetini kurmuştur. Daha sonra, bu cemiyete, Namık Kemal de katılmıştır. 1860da ise, "Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye" kurulmuştur.
Felsefede atılmış ilk adımlardan bir diğeri, İbrahim Ethemin 1895de dilimize çevirdiği Descartesın "Discourse de la Methode" adlı eseridir .
Mantık alanında da bu dönemde, çeşitli eserler dilimize kazandırılmıştır. Ali Sedat ve İsmail Gelenbevi, bu çevirilerde önemli rol oynamışlardır. Çevrilen ilk eser, İtalyan Gallupinin "Miftahul-Fünun"udur. Dilimize kimin çevirdiği bilinmeyen, ama, eski mantıkla yeni mantığı ilk defa yanyana getirmesi ve Batı felsefesine kapı açması bakımından dikkate değer bir eser olarak nitelendirilen "Miftahul- Fünun", 1868 ve 1872de olmak üzere iki kez basılmıştır.
I. ve II. Meşrutiyet dönemlerine gelince:
I.Meşrutiyette, Namık Kemal, Şinasi ve Ziya Paşanın önderliğinde kurulmuş olan Jön Türkler dikkati çeker. "Tasvir-i Efkar" , "İbret" ve "Hürriyet" gazeteleri, dönemin ünlü gazeteleridir. Bu gazetelerde, özellikle Namık Kemalin yazıları ilgi çekicidir.II. Meşrutiyetin, politika buhranı yüzünden ilk günlerinde fikir hayatı, tam bir kaos halindedir. Bu sırada, "Maarif" dergisi ve "Tercüman-ı Hakikat" gazetesi kapatılmıt, "Sırat-ı Müstakim" dergisi ise, bir süre daha çıkmaya başladıktan sonra, yerini "Sebilür-Reşad"a bırakmıştır. Abdülhamid devrinin "Muallim", "Asar", "Nilüfer" ve "Mektep" gibi dergileri de çoktan kapanmıştır. 1894 yılında "Servet-i Fünun" dergisi kurulmuş, bu derginin ağırlık merkezini de başta Recaizade Mahmut Ekrem olmak üzere "Edebiyat-ı Cedide" akımı oluşturmuştur. Bu devirde, "Ceride-i Askeriye", "Devir" ve "Bedir" adlı gazetelerin yanısıra, yukarıda da adı geçen, "Dağarcık" ve "Kırkanbar" adlı iki dergi kurulmuştur.
Bu dönemde, felsefi akımlardan, materyalizm, pozitivizm ve mekanik evrimcilik, ülkede oldukça yayılmıştır. Materyalizmden etkilenenler içerisinde, Baha Tevfik (1881-1914), "Teceddüd-ü İlmi ve Edebi Kütüphanesi" (Bilim ve Felsefede Yenilik Kitaplığı)ni kurmuş ve buradan on bir cilt eser yayımlamıştır. Materyalist filozof Ernest Haeckelin "Kainatın Muammaları" adlı eserinin çevirisini -ki bu eseri, dilimize, Memduh Süleyman kazandırmıştır- kendi çıkardığı Felsefe dergisinde yayınlamıştır. Baha Tevfik, Felsefe dergisinde,Kant hakkında, onun "Salt Aklın Kritiği" nin tahliline dayanan etraflı bir inceleme de yayınlamıştır. Baha Tevfik, yine bu dergide bir de "Felsefe Sözlüğü" tefrikası da yapmıştır. Bu sözlük de, Batı tipinde bir sözlük olması bakımından dikkate değerdir. Bütün yazıları, Baha Tevfikin kaleme aldığı bu dergi, 1912de yayınlanmaya başlamış, Türkiyenin ilk felsefe dergisidir .
Baha Tevfik, bu dergide, amacını şöyle anlatmıştır: "Bizde bir felsefe dili yoktur. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Batının üstünlüğü, felsefesinin üstünlüğü ile paraleldir". Balkan Savaşından sonra, yine felsefe ağırlıklı Zeka dergisini çıkarmış ve Alfred Fouillenin iki ciltlik "Felsefe Tarihi"ni, Ahmet Nebil ile birlikte dilimize kazandırmış ve yayınlamıştır. Bundan önce, sadece, Münif Paşanın, Ali Suavinin ve Ahmet Mithatın felsefe tarihine dair dağınık makaleleri ile Cevdet Paşanın kızı Fatma Aliyenin İslam filozof ve kelamcılarından son derece yüzeysel bir şekilde bahseden "Teracim-i Ahval-i Felasife" adlı küçük kitabı vardı.
Baha Tevfik, bu hususta da önemli bir yenilik yapmış, büyük bir adım atmıştır. Bu eserin önsözünde," filozofları anlamak için kendi görüş açınızı bırakarak, evreni, anlamak istediğiniz kimsenin açısından görebilmeniz lazımdır" derken Baha Tevfik, esasında, felsefe tarihinin objektifliğine sadık kalınması zorunluluğuna da dikkati çekmiştir. Baha Tevfik, bir yandan Felsefe dergisinde öğrencilere ve halka hitabeden makaleler kaleme almış ve yayınlamış, bir yandan da Ahmet Nebil ve Memduh Süleyman ile birlikte "Nietzsche" adlı küçük kitabını oluşturmuştur.
Teceddüd-i Felsefi serisinin dikkate değer bir kitabı da, Ernest Haeckelin "Monisme" adlı konferansının Baha Tevfik ve Ahmet Nebil tarafından çevrilmesiyle oluşturulmuş olan ve materyalist felsefenin tezine uygun olarak, Tanrısız Pan naturismei destekleyen, dolayısıyla, hararetli tartışmalara yol açmış olan "Vahdet-i Mevcut" adlı kitaptır. 1809da, İmmoralizm akımını da, ülkemizde, yine, Baha Tevfik temsil etmiştir.
Beşir Fuat da materyalist Büchnerden etkilenmiş ve onun "Madde ve Kuvvet" adlı kitabının felsefe dünyasında bir yenilik oluşturduğunu söylemiştir. Türkiyede Diderot, Baron dHolbach ve dAlembert gibi düşünürlerin yazılarına ilk kez yer veren de yine Beşir Fuat olmuştur.
Pozitivist ve Naturalist felsefeden etkilenenler arasında ise, başta Rıza Tevfik, Mehmet Cavit ve Ahmet Şuayıp gelir. Bunlar, birlikte, 1908de "Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye" dergisini çıkartmışlardır. Bu dergi, ilk defa tam anlamıyla ülkemizde felsefi denebilecek bir hareket meydana getirmiştir. Bu dergide tanıtılan ve tartışılan pozitivist görüş, daha sonra, aydınlar arasında da yayılmıştır. Bu dergi sayesinde, felsefe ülke çapında yayılmıştır .
Rıza TevfikRıza Tevfik (1868-1951), kendisinin daha sonra amprizm ve agnostisizm yolunda olduğunu söylemiş ve kendisine "Baconın ve Stuart Millin öğrencisi" ünvanını vermiştir. Makalelerine "feylesof" diye imza attığı için bu lakapla anılmış; Maarif Bakanlığının oluşturduğu bir heyetle birlikte "Istılahat-ı Felsefiye Lugatı" ("Felsefe Terimleri Sözlüğü")nı hazırlamıştır. Ayrıca, yine Maarif Bakanlığının kararı ile "Kamus-ı Felsefe" adını verdiği bir sözlük hazırlamış, ilk iki cildi basılmış olan bu eserin tamamı basılamamıştır. Rıza Tevfik, "Felsefe Dersleri" adını taşıyan liseler için ilk felsefe ders kitabını yazmış ve 1914de yayınlamıştır. Aynı tarihte, liselere de felsefe dersini koydurtmuştur. Kendisi, "Rehber-i İttihadi Osmani" özel lisesinde, Türkiyede ilk kez felsefe dersleri vermiştir. Rıza Tevfik, aynı zamanda, Türkiyede Bergsonu ilk tanıtanlardandır. "İçtihad" dergisinde yayınladığı makaleler serisinde ve "Henri Bergson ve Felsefesi" adlı makalesinde, bunu açıkça görmek mümkündür. "Bilgi"dergisindeki yazılarında ise, Rıza Tevfik, Kantı ülkemizde tanıtmıştır.
A.Şuayıp (1876-1910) ise, Servet-i Fünun neslinin en kuvvetli felsefecisi ve eleştirmenidir. "Şehbal" ve "Servet-i Fünun" dergilerinde felsefi yazılar yazmış, görüşlerini açıklamıştır. "Hayat ve Kitaplar" adlı eserinde ilkin, 19.yüzyılın felsefi durumundan kısaca söz etmiş, spiritüalizmden bahsederken ünlü Fransız filozofu P.Janeti de zikretmiş, daha sonra, Fransada A.Comte ile başlayan ve İngilterede S.Mill, Fransada Littre, E.Renan ve Tainede devam eden pozitivizme derinliğine girmiştir. Pozitivist görüşü, Servet-i Fünun dergilerinde yazdığı bazı makalelerinde de sergilemiş ama, daha sonra bu görüşü, "Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye"yi çıkaran diğer iki arkadaşından sonra gelen, Bedi Nuri, Satı el-Husri, Asaf Nefi, Suphi Ethem, Ethem Nejdet, Memduh Süleyman ve Faik Nüzhet ile birlikte evrimciliğe dönüşmüştür. Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye dergisini, kurucularından sonra çıkaran ve yukarıda adları geçen bu yeni nesil, "Meşveret", "Mizan", "Şura-yı Ümmet" ve "Terakki" gibi dergilerde, evrimci felsefe doğrultusunda yazılar yazmışlardır. Böylece, pozitivist görüş, bu kimselerle birlikte gelişerek devam etmiş olmakla birlikte, evrimcilik daha baskın çıkmıştır. Ahmet Şuayıp ise, pozitivizme dayanarak sosyolojiye girmiş ve yeni akımlardan biyolojik sosyolojiyi tanıtıcı mahiyette yayınlar yapmıştır. "Devlet ve Toplum", "Mezhep Hürriyeti", "Hilafet ve Saltanat", "Fransız İhtilali", "Viyana Kongresi" adlı yazılarında sosyolojik görüşünü Kurumlar tarihi ve Türkiyenin problemlerine uygulamıştır. Daha sonraki yazılarında ise ırk teorisi üzerinde durmuştur .
Memduh Süleyman ise, Edward Hartmannın "Darwinizm" adlı eserini 1911de dilimize kazandırmıştır. O, aynı zamanda, Darwin kuramına son derece bağlı olmakla birlikte, diğerlerinden farklı olarak bu kuramı eleştirmiştir de.
II.Meşrutiyetin başlarında kurulan Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye dergisinin yazarlarından biri olan Bedi Nuri (1875-1913) de, evrimciliği benimsemiş, bu dergide yayınlanmış olan "İçtimai Kabiliyet" adlı makalesinde özellikle Spencerin etkisinde kalarak evrimi topluma uygulamıştır. Böylece, biyolojik hayatta bulduğu esasların sosyal hayatta da geçerli olduğu sonucuna varmıştır. Satı el- Husri (1884-1968) ise, Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye dergisinde yayınlamış olduğu "Cemiyetler ve Uzviyetler" adlı makalesinde bir Darwinci ve Spencerci olarak evrimi -tıpkı kardeşi Bedi Nuri gibi- topluma uygulamış; toplumda da evrim olduğunu ileri sürmüştür.
Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye dergisinin yazarlarından Asaf Nefi de bir evrimcidir ve o da evrimi toplumu uygulamıştır. Asaf Nefi, bu dergide yayınlamış olduğu "Mücadele-i Hayat ve Tekamül-i emiyat" adlı makalesinde evrimciliğe ve Spencerciliğe olan meylini gayet açık bir biçimde dile getirmiştir. O da, diğerleri gibi Darwinizmi, Lamarkizmle tamamlayarak topluma uygulamıştır.Bu arada o, özellikle "Sosyal adalet" kavramına ağırlık vermiş ve yeni bir toplum anlayışına yönelmiştir.
Suphi Ethem ise, bir diğer evrimcidir. O, bu konuda "Lamarckizm", "Darwinizm" adlı eserlerle Felsefe dergisinde "Lamarck ve Lamarckizm" adlı bir makale yayınlamıştır. Ayrıca, "Bergson Felsefesi" adlı bir eseri vardır. Suphi Ethem, Darwinin ortaya attığı fikrin esasında, İlkçağda, Empedokles ile Herakleitos gibi iki ünlü Yunan filozofu arasında mücadele yaratacak kadar mevcut olduğunu, ama Darwinin bundan habersiz bulunduğunu belirtmiştir. Darwin kuramına kuvvetle bağlı olan Suphi Ethem, onun görüşlerini aynen benimsemekle birlikte abartarak sunmuştur.
Ethem Nejdet de Suphi Ethem gibi koyu bir Darwinci, dolayısıyla, evrimcidir. "Tekamül ve Kanunları" adlı bir eseri vardır. Lamarcktan ziyade, Darwin kuramına itibar etmittir. Diğerlerinden farklı olarak, belki de Main de Brianın etkisiyle olsa gerek, evrimde sadece ilerlemenin değil, gerilemenin de söz konusu edilmesi gerektiğini söylemiştir. Bir Spencerci olarak, toplumlarda da evrim bulunduğunu ve evrim kanunlarının geçerli olduğunu belirterek, bu durumda - tıpkı Asaf Nefi gibi- sosyalizmden bahsetmek gerektiğini vurgulamıştır.
Ahmet Mithat da "Dağarcık" dergisinde yayınladığı "Duvardan Bir Sada", "İnsan", "Dünyada İnsanın Zuhuru" adlı makalelerinde, Darwinin evrim kuramını benimsemiş ve savunmuş bir evrimci olarak karşımıza çıkar. Öyle ki, Ahmet Mithat, bu makalelerinde, insanı, o zamana kadar alışılmamış bir tarzda ve cesaretle evrimci ve naturalist bir bakış açısından açıklamıştır . Daha sonra, dinsizlikle suçlanmış ve çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Olgun yaşta dine yönelmiş, felsefede spiritüalizmi benimsemiş, materyalizm ve pozitivizmden ise mümkün olduğunca uzaklaşmıştır.
Bizde, Auguste Comte ile asıl ilgilenen düşünür ise, Ahmet Rıza (1858-1930) olmuştur. Ahmet Rıza, Pariste iken, pozitivistlerin derneğine girmiş ve onların parolası olan "Ordre et Progres" anlayışını, yeni Türk fikir hareketinin parolası haline getirmiştir. Ayrıca, Ahmet Rıza, 1895de, her onbeş günde bir Fransızca ve Türkçe olarak yayınlanan, pozitivist görüş ağırlıklı yazılara yer verilen "Meşveret" gazetesini çıkarmaya başlamıştır. "Tolerance Musulmane" adlı eserinde ise, pozitivist düşünürlerden E.Renan ve H.Spencerden uzun uzadıya söz etmiştir.
Abdullah Cevdet (1869-1931) ise, çıkarmış olduğu İçtihad dergisinde pozitivist, materyalist ve ateist görüşleri savunmuştur. Abdullah Cevdet, felsefe, sosyoloji ve pedagoji konularında özellikle, Gustave Le Bondan "Asrımızın Nusus-u Felsefiyesi", "Dün ve Yarın", "İlm-i Ruh-u İçtimai" adlı çevirilerini ve Voltaireden yaptığı çevirileri bu dergide yayınlamıştır. "Fünun ve Felsefe" (1897) adlı eseri felsefe açısından önemlidir. Abdullah Cevdet, bu eserinin ikinci baskısını ise,1913de "Felsefe Sanihaları" adlı bir ekle yayınlamıştır. Abdullah Cevdet, ayrıca, G.L.Bonun "melezleme" kuramından da etkilenmiştir.
Pananteizmi benimsemiş olmakla birlikte, esasında bir vahdet-i vücutçu olan Şehbenderzade Ahmet Hilmi (1865-1913) ise, 1908den sonra, Darül-fünunda felsefe dersleri okutmuş, 1910da "Hikmet" adlı bir dergi çıkartmış ve daha sonra bunu gazete haline getirmiştir. Bu gazetede, felsefeye ve sosyolojiye ilişkin makaleler yayınlamıştır. Bunlardan bazıları, "Tasavvuf ve Yeni İlimlerle Felsefe", "İblis İzzettin Behmen" ve "Çağımızın Felsefesi ve Sosyoloji" dir. Burada, özellikle Pozitivizm ile Sosyoloji ve sosyal olaylar üzerinde durmuştur. O, materyalist olarak nitelediği Celal Nurinin, "Tarih-i İstikbal" (Geleceğin Tarihi)ini ve spiritüalist olarak nitelediği İsmail Fenni Ertuğrulun, "Maddiyun Mezhebinin İzmihlali" (Materyalizm Mezhebinin Yıkılışı) adlı eserini eleştirmiştir .
Mantıkla ilgili olarak, "Yeni Mantık" adlı eseri bulunan Ahmet Hilminin felsefeye dair "Üç Feylesof", "Maddiyun Mesleki Dalaleti", "Allahı İnkar Mümkün müdür?" ve "Amak-ı Hayal" (Hayalin derinlikleri) adlı eserleri vardır. "Maddiyun Mesleki Dalaleti" adlı eseri bir tür felsefe tarihi gibidir; burada, tüm filozofların bir resm-i geçidini yapar, onların, çeşitli konulardaki görüş ve düşüncelerini tahlil ve tenkit eder. Kantın "Salt Aklın Kritiği" ile açtığı kritik bilgi yoluyla, bu yolun bizi körü körüne bir realizmden ve materyalizmden niçin ve nasıl kurtardığını anlatır. "Amak-ı Hayal" adlı felsefi romanında ise, Şehbenderzade Ahmet, felsefi görüşlerini dile getirir. "Üniversiteli gençlerle Bir Konuşma" adlı risalesinde, gençlerin herşeyden önce, bir hayat görüşü, bir felsefesi olmak lazım geldiğini belirtir. Bu risalesinde o, "hangi felsefi doktrini seçelim?" diye sorar ve şöyle der: "Çağımızda üç büyük felsefi meslek vardır. Bunlar: Kritisizm, Pozitivizm ve Evolüsyonizm (Evrimcilik) dir. Filozoflar arasında spiritüalizmle materyalizm yaygındır. Felsefe ve ahlakta, her mesleğin içindeki doğru tarafları alarak meydana gelecek eklektizmi seçmekten daha sağlam yol yoktur" .
İsmail Fenni Ertuğrul (1855-1946) ise, modernist İslam filozofudur. Vahdet-i vücudu, hem bir sistem hem de ruhsal bir durum olarak benimsemiştir. Şehbenderzade Ahmet Hilmi ile aynı konularda çalışmıştır. "Lügatçe-i Felsefe" adlı bir felsefe sözlüğü hazırlamış; "Materyalizm Mezhebinin Yıkılışı" ve "Vahdet-i Vücud ve Muhyittin b.Arabi adlı eserleri kaleme almıştır. Yayınlanmamış eserleri arasında ise, fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserli etkilemiş olan ünlü Fransız filozofu P.Janetden dilimize kazandırdığı "Çağdaş Materyalizm Mezhebi" ile "Büyük Filozoflar" ve S.Millden çevirdiği "Hürriyet" ön sırada yer alır. Ona göre, çağdaş felsefenin en önemli sorunlarından birisi, evrimdir. Materyalistlerin "evrende hiçbir şey yaratılmaz; hiçbir şey de kaybolmaz" şeklinde kimyanın bir ilkesinden alınmış tezleri ise, kabul edilemez. Çünkü madde ezeli ve ebedi değildir. Bu durumda, materyalist Büchner ile E.Haeckelin tezlerini savunmaya imkan yoktur. Ezeli ve ebedi olan sadece Tanrıdır. Evrenin varlığı, Tanrının varlığından çıkar. Madde ve enerji, ezeli ve ebedi olmadığı, yani sonradan meydana geldiği gibi yok da olabilir.
İzmirli İsmail Hakkı (1868-1946) Darül-fünun Edebiyat fakültesinde felsefe, felsefe tarihi, İslam Felsefesi, Hukuk fakültesinde ise, fıkıh ve usul-i fıkıh dersleri vermiştir. "Usul-i Fıkıh Dersleri", "Yeni İlm-i Kelam", "İlm-i Hilaf"(2 cilt), "İslam Felsefesi Tarihi", "Türk Filozofları", "Mukayese", "Miyarul-Ulum", "Felsefe Dersleri" (1914) adlı eserlerinin yanısıra, "Ceride-i İlmiye" dergisinde Gazali hakkında, Edebiyat Fakültesi dergisinde ise, Farabi ve İbn-i Sina hakkında makaleler serisi vardır. "Yeni İlm-i Kelam"da, bütün Ortaçağ felsefesi problemlerini modern felsefe açısından ele almıştır. Tanrının varlığına ilişkin ileri sürülmüş olan eski kanıtları, Batı felsefesindeki kanıtlar ile karşılaştırmıştır. İslam filozofları içerisinde Türk olanları ayırmış, ve ilk kez Türk filozofları incelemeye başlamıştır. "Mukayese"de, Doğu ve Batı filozoflarını mukayese etmiş, İhvanüs Safa ile Darwinizm arasında, Kınalızade ile Descartes arasında sıkı bir fikir birliği görmüştür. Felsefeci olduğu kadar fıkıhçı da olan İsmail Hakkı, bu yüzden, teorik ile pratik arasında da sıkı bağlantılar kurabilmiş bir kimsedir. O, aynı zamanda, bir modernist İslamcıdır; action kafasına sahiptir ve bu yönüyle Ziya Gökalpi etkilemiştir.
Mehmet Ali Ayni (1869-1945) ise, Cumhuriyet öncesinde karşılaştığımız bir diğer önemli düşünürümüzdür. Darül-fünun Edebiyat fakültesinde, uzun yıllar felsefe tarihi profesörü olarak çalışmış ve dekanlık yapmış olan Ayni, 1928de Türk Felsefe Cemiyetinde tebliğler okumuş, aynı yıl, Amerikada toplanan uluslararası Felsefe Kongresine katılmıştır. Çetitli yerlerde yayınlanan eleştirilerini "İntikad ve Mülahazalar" (Eleştiriler ve Düşünceler) adlı kitabında toplamıştır. Mehmet Ali Ayni, Rıza Tevfikin "Kamus-ı Felsefe"si ile Abbe Barbeden okullardaki ders kitabı gereksinimini karşılamak için yapılan Felsefe Tarihi çevirisini ayrıntılı olarak, ve Fongsgriveden yapılan "Felsefe Dersleri"nin çevirisini, çevirmenini söz konusu etmeksizin eleştirmiştir. Mehmet Ali Ayni, ayrıca, Suphi Ethemin "Bergson ve Felsefesi" adlı eserini de eleştirmiştir. Tasavvufa bağlılığı ile tanınan Mehmet Ali Ayni, Darül-fünun İlahiyat Fakültesinde Dinler Tarihi profesörlüğü de yapmış, ve bu sırada Denis Sauratın "Dinler Tarihi"ni dilimize çevirmiştir. "Gazali" ve "Hacı Bayram Veli" hakkında monografileri, ahlaka ilişkin olarak da, "Türk Ahlakçıları" adlı bir eseri vardır.
Ziya GökalpZiya Gökalp, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında olduğu kadar, Cumhuriyetin ilk yıllarında da, düşünceleriyle toplumu büyük ölçüde etkileyecek ve adını gittikçe genişleyen bir kitleye duyuracaktır. Ziya Gökalp, felsefe ile sosyoloji arasında bir ilişki kurmuş, başta Durkheim olmak üzere, birçok Batı filozoflarından alıntılar yaparak, Türkiyenin sorunlarını incelemiştir. Ziya Gökalpin öneri ve aracılığıyla Istılahat-ı İlmiye Encümeni oluşturulmuş, bunun gayretleriyle, 1915de felsefi terminolojiye ilişkin ilk resmi çalışma olarak nitelendirilebilecek Felsefe Terimleri Dergisi çıkmıştır.
Ziya Gökalp gibi, bir Durkheimci olan Mehmet İzzet (1891-1930) ise, Sorbonne Üniversitesi felsefe bölümü mezunudur. Kendisi, Darül-fünunda uzun yıllar öğretim üyeliği yapmış ve öğretim üyeliğinin ilk yıllarında, Karl Vorlanderin iki ciltlik "Felsefe Tarihi"nin ilk cildini çevirmiş ve bu 1927de İstanbulda basılmıştır. Asistanı ve ilk felsefe doktoru Orhan Sadettin ise, bu eserin ikinci cildini dilimize kazandırmış ve bu da, 1928de İstanbulda basılmıştır.
Mehmet İzzet, Pragmatizm ve Bergsonizmi, o dönemdeki moda akımlar olarak nitelendirmiş, onların karşısına Kanttan başlayan felsefe geleneğini o günün ihtiyaçlarına göre dirilten filozofları koymuştur. Alman idealizminden etkilenmiş ve Kant ın "Pratik Aklın Kritiği"ni dilimize çevirmiş ve eser Darül-fünunda taş basma olarak 1919da yayınlanmıştır. "Ahlak Felsefesi" adlı eseri ise basılmamıştır. "Bilgi" dergisinde "Zenon ve İzinden Gidenler" adlı bir de makalesi bulunan İzzet, ömrünün sonlarına doğru fenomenolojiye ilgi duymuş, bu hususta, özellikle Max Scheler ve fenomenolojinin kurucusu Husserlin Fransızcaya çevrilmiş kitaplarını incelemiştir. Darül-fünun Edebiyat Fakültesi Dergisinde makaleler halinde "Muasır Hayat ve Büyük Adamlar" ı yayınlamış; idealizmdeki ilk denemesi olan bu eseri daha sonra "Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat" ile tamamlamıştır. Son günlerinde hazırlamış olduğu "Sosyolojinin Sınırları" adlı tebliğinde, değerler felsefesinin yerine geçmek ve değerlere ilişkin bütün problemleri çözmek iddiasında bulunan sosyoloji ekollerinin eleştirilerini yaparak, bu veya başka bir bilimin Ziya Gökalpçilerin dedikleri gibi "felsefe kaymakamı" olamayacağını savunmuştur.
Şu halde, anlatılacağı üzere, Bedi Nuri, Satı el- Husri, Asaf Nefi, Baha Tevfik, Suphi Ethem, Ethem Nejdet, Memduh Süleyman, Ahmet Mithat gibi düşünürlerimiz evrimci felsefeden etkilenmişler ve bu felsefeyi ülkemizde temsil etmişlerdir.
1912de, zamanın Maarif Bakanı Emrullah Efendi tarafından son kez açılışında da, Darül-fünunda, başta Ahmet Mithat ve Rıza Tevfik olmak üzere, İzmirli İsmail Hakkı, Mehmet Ali Ayni, Mehmet İzzet ve Cumhuriyetten sonraki dönemde de Mehmet Emin Erişirgil tarafından felsefe dersleri verilmiştir.
williamSEO - 3 ay önce
williamSEO - 3 ay önce
williamSEO - 3 ay önce
williamSEO - 3 ay önce
Linker SEO - 3 ay önce
AteebKhatri - 3 ay önce
AteebKhatri - 3 ay önce
Linker SEO - 3 ay önce
williamSEO - 3 ay önce
Adilkhatri - 3 ay önce
AteebKhatri - 3 ay önce
AteebKhatri - 3 ay önce
williamSEO - 3 ay önce
williamSEO - 3 ay önce
williamSEO - 2 ay önce
AteebKhatri - 2 ay önce
Komal Ahuja - 2 ay önce
williamSEO - 2 ay önce
williamSEO - 2 ay önce
williamSEO - 2 ay önce