1963`de, dansçı Jose Greco`nun grubuna girdi ve değişik ülkelerde konserlere katıldı. New York`da kendisini Nií±o Ricardo ve Mario Escudero gibi etkileyenlerden biri olan virtüoz gitarist Sabicas`la tanıştı. İspanya`ya dönüşünün ardından 1964`de ailesiyle birlikte Madrid`e taşındı; ertesi yıl Ricardo Modrego ile 2 albüm yaptı ve "Festival Flamenco Gitano" festivaline katıldı. 1966`da gitarist kardeşi Ramon de Algeciras ile 3 albüm yaptı.
1967`de ilk solo albümü “La Fabulosa Guitarra de Paco de Lucia”yı çıkardı. 1968`de 2. solo albümü "Fantasia Flamenca" ile kendi stilini yansıttı. 1970`de ünlü Carnegie Hall`da çaldı ve 1972`de etkileyici gelişimine "El Duende Flamenco" ile devam etti ve ertesi yıl Fuente y Caudal albümü özellikle "Entre Dos Aguas" parçası ile uluslararası anlamda dikkat çekti. 1976`da Almoraima ile çığır açarak yoluna devam etti; 70`lerin sonlarında jazz fusion`a ilgi duymaya başladı ve Al DiMeola`nın 1977`deki “Elegant Gypsy” albümündeki performansı saf-flamenkocuların tepkisini çekti.
Paco de Lucia ateşli bir flamenko hayranı olan klasik besteci Manuel de Falla`nın anısına, Jorge Pardo ve Rubem Dantas tarafından kurulan Dolores grubu ile bir albüm kaydetti. Ertesi yıl fusion gitarist John McLaughlin ve Larry Coryell ile birlikte akustik bir trio albüm olan “Castro Marin”i kaydetti.
Paco de Lucia en geniş Amerikan dinleyici kitlesine 1980`de, başka bir virtüoz üçlü olarak John McLaughlin ve Al DiMeola ile Friday Night in San Francisco albümü ile ulaştı. Daha sonra 1982`de çıkardığı Passion, Grace and Fire ile caz hayranları arasında popüler oldu. Aynı yıl Chick Corea`nın Touchstone albümünde bulundu. Caz dünyasına bu dalışına ek olarak, vokalde kardeşi Pepe de Lucia, gitarda yine kardeşi Ramon de Algeciras, elektrik bas gitarda Carlos Benavent, flütte Jorge Pardo ve perküsyonda Rubem Dantas ile bir altılı oluşturdu. Bu çığır açıcı grup 1984`de “Live...One Summer Night” albümüne imza attı.
1986`da Juan Manuel Canizares ve Josí© Maria Banderas ile bir üçlü oluşturdu ve 1990`a kadar onlarla çaldı. 1987`de kariyerini tanımlayan albümü olan ve kendi stilini özetleyen “Siroco”yu kaydetti. 1990`da Endülüs ve Kuzey Afrika arasındaki müzikal bağları ortaya çıkaran “Zryab” albümü için, oluşturduğu altılıyı tekrar canlandırdı.
Paco de Lucia, klasik müziğe ani bir hamle ile girerek Rodrigo`nun efsanevi Concierto de Aranjuez`ini itinayla öğrendi ve 1991`de "The Orquesta de Cadaques" ile kaydını yaptı. Kayıtlar sırasında Rodrigo da yer almış ve Paco`nun performansı için "hiç kimse bestemi bu kadar tutku ve yoğunlukla çalmamıştı" demiştir.
1993`de “Live in America”, Lucia`nın altılısını tarihe geçirdi. 3 yıl sonra John McLaughlin ve Al DiMeola ile yeni bir albüm olan “Guitar Trio” ve dünya turu için tekrar bir araya geldi. 1998`de altılı grubunu yediliye genişletti ve annesinin anısına Luzia albümünü kaydetti.
Babasının ve kardeşi Ramon de Algeciras`ın Paco de Lucia üzerinde çok önemli etkisi olmuştur. "Bir flamenko gitaristinin eğitim zemini çevresindeki müziktir, gördüğünüz insanların yaptığı müziktir, müzik yaptığınız insanlardır. Müziği ailenizden öğrenirsiniz, arkadaşlarınızdan öğrenirsiniz. Sonra teknik üzerine uğraşırsınız... Anlamalısınız ki bir çingenenin hayatı bir anarşi hayatıdır. Bu yüzden flamenkonun yolu disiplin olmayan bir yoldur. Biz varolanları aklımızla organize etmeye çalışmayız, keşfetmek için okula gitmeyiz. Sadece yaşarız.... müzik hayatımızın heryerindedir." diyor efsane gitarist.
Flamenko`nun en büyük gitaristlerinden Paco de Lucia`nın keşifleri sayısız; pek çok geleneksel formun sınırlarını melodik, armonik, ritmik ve teknik bakımdan geliştirmesiyle pek çokları tarafından modern flamenkonun babası kabul ediliyor. Bir caz gitaristin seviyesiyle kutsanmış virtüozluğu ile Lucia, bu aleme ender akınlardan birini yaptı ve aynı zamanda pek çok müzikal formu kendi stiline dahil etti. Buna ilaveten de Lucia flamenkoda enstrümantalistin rolünün değişmesine yardım etmiş oldu; önceleri yalnızca birkaç gitarist eşlik ettikleri şarkıcı ya da dansçıların yanında ikinci bir role sahip oldular, fakat de Lucia flamenkonun bir orkestra ile icra edilebileceği fikrine yardım etti ve popülerleştirdi.
Geleneksel formları zorlayarak kuralların dışına çıkarmasındaki cesareti İspanya`da saf-flamenkocular tarafından tepkiyle ve düşmanlıkla karşılandı, fakat yeni nesil flamenko hareketinin müzisyenleri üzerinde çok büyük bir etkisi oldu.
Paco de Lucia, kökünü kaybettiği ve flamenkonun özüne ihanet ettiği yolundaki şikayetlere kulak asmadı. Bir keresinde şöyle demişti: "Müziğimdeki köklerimi hiçbir zaman kaybetmedim, yoksa kendimi kaybederdim. Yapmaya çalıştığım şey; bir elimin gelenekte olması, diğerinin de flamenkoya yenilikler katmak için başka yerleri kazmasıydı. Kendimi kaybettiğimi düşündüğüm bir zaman oldu, ama şimdi değil. Şunu farkettim ki, eğer isteseydim bile, başka bir şey yapamazdım. Ben bir flamenko gitaristiyim. Başka herhangi bir şey çalsaydım bile, çaldığım şey yine flamenkoya benzeyecekti."