Aynı zamanda Tanrı’yı idrak etmek konusundaki güçlü isteği onu hep araştırmaya itmişti. O her yerde Tanrı’yı arıyor, kutsal bir ünü olan herkese Tanrı’yı görüp görmediklerini soruyordu. Bu anlayış onu sonradan Gurusu olacak olan Sri Ramakrişna’ya götürdü. O ise onun tüm şüphelerini giderdi, onu aydınlattı, ona Tanrı görüşü ve bilgelik verdi. O, Sri Ramakrişna’nın en sevgili öğrencisiydi.
Sri Ramakrişna’nın dünyayı terk edişinden sonra Vivekananda bir keşiş olup tüm Hindistan’ı baştan başa dolaşmaya başladı. Hint insanına duyduğu sevgi ve şefkat onu, Batı’dan ülkesi için maddi yardım aramaya sevk etti. 1893’te Chicago’da yapılan Dünya Dinler Parlamentosu’nda Hinduizmi temsil etmek için gittiği Amerika’da çok büyük sevgi ve hayranlık kazandı. O, nehrin farklı yerlerde doğup aynı denize ulaşması gibi, farklı dinlerde doğan insanların da sonunda aynı Tanrı’ya gittiklerini söylüyordu. Kısa zamanda onun mesajı tüm Amerika’ya ve Avrupa’ya yayıldı. O gittiği her yerde yüceliği ve ışığıyla insanları büyülüyordu.
Vivekananda dört yıl boyunca Amerika’da ve İngiltere’de Vedanta felsefesini yaydı ve sonra Ramakrişna Misyonunu kurmak için Hindistan’a döndü. Ülkesini ve tüm insanlığı ruhsal yüceliğe teşvik ederken, Hindistan’da yeni bir ulusal bilincin oluşmasını sağladı. Hayatı boyunca hiç durmadan çalıştı. Batı’ya yaptığı kısa bir seyahatten sonra 4 Temmuz 1902’de dünyayı terk etti fakat onun mesajı milyonlarca insanı aydınlatmaya ve insanlığa ilham vermeye devam ediyor.