Ayasofya'nın doğu cephesinin karşısında yer alan eski Adliye Sarayı'nın (Darülfünun Binası) 3-4 Aralık 1933 gecesi yanmasından sonra, İstanbul önemli bir adliye binasından yoksun kaldı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, önemli kamu binaları büyük ölçüde Ankara'nın gereksinimleri olarak görüldüğünden, Devlet en az bir 10 yıl boyunca İstanbul'a bu alanda bir yatırım yapmaktan uzak durdu.
Adliye binasının nerede yapılacağı, büyük tartışmalara yol açtı. En büyük tartışma İbrahim Paşa Sarayı'nın yıktırılması, binanın bu arsa üzerine yapılması fikri ileri sürüldüğünde patlak verdi. Yine de 1939'da sarayın bir bölümü yıktırılarak, istimlakler yapıldı. Ancak, II. Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle çalışmalar durduruldu.
1949'da adliye sarayı için proje yarışması yeniden gündeme geldi. Yarışmayı kazanan proje, dönemin önde gelen iki Türk mimarından ikisinin, Sedad Hakkı Eldem ve Ord. Prof. Emin Halid Onat'ın imzasını taşıyordu. Ancak bu projenin yalnızca birinci bölümü, yani mahkemeler bloğu uygulandı. 1951'de inşaatına başlanan bu bina, 1955'de hizmete girdi. 1958'de yapılan kazılarda Bizans döneminden kalma önemli arkeolojik buluntular ortaya çıktı. Adliye Sarayı'nın uygulanan ilk bölümünün (A ve B blokları) inşa edilmesinden ve arada proje mimarlarından Emin Onat'ın 1961'de ölmesinden sonra, Sedad Hakkı Eldem, arkeolojik buluntuları da dikkate alarak, bunların üstünü kısmen örten ve Adliye Sarayı'nın uygulanmayan bölümünü yine de inşa edebilmeyi öngören yeni bir proje geliştirdi. Ancak bu proje de, Anıtlar Kurulu'nu olumlu kararına rağmen, uygulanma olanağı bulamadı.
4,000 m² alan üzerine yayılmış, ikisi yerin altında, altı kattan oluşan bina, İstanbul'da çeşitli ilçelerde çok sayıda adliyenin göreve başlamasından sonra, halen Sultanahmet Adliyesi olarak kullanılmaktadır.
Adliyede, Savcılık, Ceza ve Fikri Haklar Mahkemeleri'nin yanı sıra, İcra Daireleri yer almaktadır.