Arkeoloji neleri araştırır?
Eski dönemlere ilişkin günümüze ulaşmış pek çok yazılı belge vardır. Ama bu yazılı belgelerin çoğu vergilere, yasalara, din kurallarına, krallara ve yöneticilere ilişkin bilgiler içerir. Bu belgeleri inceleyerek o dönemin insanlarının nasıl yaşadıkları bilgisine ulaşamayız. Oysa arkeolojik kazılarla ev kalıntılarını, krallık saraylarını, mezarları ve tapınakları ortaya çıkararak, sıradan insanlardan soylulara değin bütün insanların nasıl yaşadıklarını öğrenebiliriz.Meksika'da ve Mısır'daki piramitleri, Atina'daki Akropol gibi ilginç yapıları, insanlar yüzyıllarca hayranlık ve ilgiyle izlediler. Daha meraklı olan bazı kişilerin bu tür yapıları izlemekle yetinmeyip, onları yakından incelemeye başlamalarıyla arkeoloji doğdu. Bu meraklı kişiler dolayısıyla ilk arkeologlar oldular.
Toprağın üzerinde yükselen eski yapıları incelemek kolaydır. Ama toprağın derinliklerinde saklı yerleşmeleri incelemek o kadar kolay değildir. Önce bu yerleşmelerin yerlerini saptamakla işe başlamak gerekir. Bazen bir tarlada bulunan kırık çömlek parçaları arkeologlar için araştırmanın ilk adımı olabilir. Günümüzde arkeologlar, uçaktan çekilen fotoğraflardan yararlanmaktadırlar. Tarlalardaki ürünlerin büyüme biçimi de, toprağın altında eski duvarların ya da hendeklerin varlığını gösterebilir.
Tarihler ve çağlar
Arkeologların yapması gereken en önemli işlerden biri, ulaştıkları buluntuların hangi dönemden kaldığını saptamaktır. Bu buluntular arasında ele geçen yazılı belgeler, bu iş kolaylaştırır. Ama yazılı bir belge yoksa, örneğin binlerce yıl öncesinden kaldığı tahmin edilen bir eşyanın kesin yapım tarihini bulmak çok zordur. Arkeolojinin eski yerleşmeleri ve buluntuları tarihlendirmede yararlandığı yazılı tarih öncesi dönemleri, ilk kez Danimarkalı bir arkeolog sınıflandırmıştır. Bu yazılı tarih öncesi dönem, Prehistorya ya da Tarihöncesi olarak adlandırılır. İnsanların çok sert bir taş olan çakmaktaşından alet ve silah yaptıkları ilk dönem Taş Devri'dir. Alet ve silahların tunçtan yapıldığı bir sonraki döneme Tunç Çağı denmiştir. Demirin kullanılmaya başlandığı son dönem ise Demir Çağı olarak adlandırılır. Çağdaş arkeologlar bu üç çağı da kendi içinde daha kısa süreli dönemlere ayırırlar.Bir arkeolog ortaya çıkardığı aletlerin hangi çağdan kaldığını saptasa bile, bu aletlerin yapıldıkları tarihe ilişkin bilgi edinmesi her zaman kolay olmaz. Çünkü bir bölgede yaşayan insanlar taştan aletler kullanırken, aynı dönemde başka bir bölgede insanların tunçtan aletler kullandığı bilinmektedir.
İlk buluntular
Bir bilim dalı olarak arkeolojinin geçmişi çok eski değildir. Büyük çaplı ilk kazılar 18. yüzyılda, M.S. 79'da patlayan Vezüv Yanardağı'nın püskürttüğü lavların ve küllerin altında kalan eski Pompei ve Herculaneum kentlerinde yapıldı. Bu kentlerin ortaya çıkarılması, eski Roma kentleri konusunda yeni bilgilere ulaşılmasını da sağladı. Aynı yüzyılda İngiliz arkeolog John Frere taştan yapılmış aletler ile soyu tükenmiş bazı hayvanların kemiklerini bir arada buldu. Frere, bu aletleri yapmış olan insanlar ile soyu tükenmiş hayvanların aynı dönemde yaşadıklarını gösterdi. Ama hiç kimse, dünya da on binlerce yıl önce yaşamış insanların olabileceğine inanmak istemedi. Daha sonra bu bilgi bilim adamlarınca da doğrulandı. Eski Mısır yazısı olan hiyeroglifin 1822'de arkeologlar ve yazı uzmanları tarafından çözülmesi, arkeoloji için bir dönüm noktası oldu. Hiyeroglifin çözülmesinde kilit rol oynayan Rosetta Taşı’nda aynı sözcükler hem hiyeroglif, hem de Eski Yunan yazısı ve başka bir tür Mısır yazısıyla yinelenmişti. Bu gelişme, çok sayıda arkeologun Mısır'a ilgi göstermesine yol açtı. Yapılan kazılarla Eski Mısır’daki yaşama ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı. Arkeolojinin en önemli buluşlarından olan Rosetta Taşı, günümüzde Londra'da British Müzesi'nde sergilenmektedir.Ortadoğu'daki buluntular
Arkeolojinin en zengin kaynakları Ortadoğu'da bulunmaktadır. Bundan dolayı bu bölge pek çok arkeologun çalışma alanı olmuştur. İngiliz arkeolog ve Eski Mısır uzmanı Sir Flinders Petrie, 1880’den sonra Mısır'da yaptığı kazılarda değişik katmanlarında bulduğu çanak çömlek türlerinin ne kadar eskiye dayandığını saptadı. Mısır'da 1922'de Firavun Tutanhamon'un mezarının ortaya çıkarılması büyük bir heyecan yarattı. Mezarda, firavunun mumyasının bulunduğu işlemeli altın bir tabut ile paha biçilmez değerde ve güzellikte takılar bulundu. Firavun mezarları, içindeki zenginliklerinden dolayı daha ilkçağlarda soyulduğu için, arkeologların el değmemiş olarak buldukları mezar sayısı çok azdır. 19. yüzyılın ortalarında Mezopotamya'da (bugünkü Irak), Asur krallarının saraylarında çok büyük insan ve hayvan heykelleri bulundu. Buluntuların bir bölümü Avrupa'ya götürüldü. Sir Leonard Woolley, 1926'da Irak'ta yaptığı kazılarda Ur kentinde Sümer kral mezarlarını ortaya çıkardı. Ur'da bulunan mezarlar açılınca, Sümerlerin tarihine daha ayrıntılı ve yeni bilgiler eklendi.Truva ve Girit
Eski Yunan şairi Homeros şiirlerinden birinde, 10 yıllık bir kuşatmadan sonra ele geçirilen Truva kentinin öyküsünü anlatır. Ama bu kentin nerede olduğu kesin olarak bilinmiyordu. Truva’nın gerçek yerini 1871'de Alman arkeolog Heinrich Schliemann saptadı. Schliemann, kazılarda ortaya çıkardığı buluntuları gizlice yurtdışına kaçırmasına karşın Osmanlı hükümetinden 1876'da yeniden kazı izni aldı ve Wilhelm Dörpfeld ile birlikte Truva’daki kazıları sürdürdü. Eski krallıklara ilişkin bir başka önemli kazının yapıldığı yer Akdeniz'deki Girit Adası'ydı. Arkeolog Sir Arthur Evans, 1900'da Knossos'ta yaptığı kazılarda eski Girit krallarının yaşadığı büyük bir sarayı ortaya çıkardı. O tarihe kadar yalnızca Yunan mitolojisinin bir kahramanı sanılan Minos'un gerçek bir kral olduğu anlaşıldı. Bulunan sarayın duvarları, boğa güreşlerinin, çiçeklerin ve hayvanların sanki 3.000 yıl önce değil de, bir gün önce yapılmış gibi duran parlak renkli resimleriyle bezenmişti.Su altındaki kalıntılar
Toprak altındaki eski kentler, binlerce yıl dayanmış ve kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Su da toprak gibi Tarihöncesi’nde yaşamış olan insanların evlerini ve eşyalarını zamana karşı korumuştur. Bundan dolayı suyun altında da arkeoloji için pek çok zengin malzeme bulunmaktadır. Arkeolojinin su altındaki kalıntılarını incelen dalı sualtı arkeolojisi olarak adlandırılır. 1854'te, İsviçre'nin Zürich kentindeki gölün suları çok azalınca, dibindeki eski ev kalıntıları ortaya çıktı. Arkeologlar evlerin bulundukları katmanları inceleyerek yapıldıkları dönemleri saptadılar. Bulunan tahta aletler, keçeler, sepetler ve hatta elma, armut ve ekmek artıkları o insanların günlük yaşamlarına ilişkin önemli bilgiler sağladı. Türkiye'de de Bodrum ve Antalya yöresinde su altı çalışmaları yapılmış ve çok sayıda buluntu ortaya çıkarılmıştır ki bunlar Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmiştir.Günümüzde arkeoloji
Eskiden zengin hazineler, saraylar ve tapınaklar bulma umuduyla kazı yapılırdı. Sıradan insanların yaşadıkları yerler definecileri ilgilendirmiyordu. Oysa arkeologlar geçmişi iyi anlayabilmenin yolunun, bulunabilen her şeyi incelemekten geçtiğini bilirler. Arkeologlar buluntuları incelerken, o topluluğun ekonomisini, değişik işleri ve görevleri olan insanlar arasındaki ilişkileri ve dinsel inanışlarını da araştırıyorlar. Yetiştirdikleri bitkilere ve hayvanlara bakarak insanların çevrelerini nasıl değiştirdiklerini, kendilerinin de çevreden nasıl etkilendiğini anlamaya çalışıyorlar. Ortadoğu'da bazı arkeologlar çöllerde araştırmalar yaparak, kentlerin henüz kurulmadığı ve uygarlıkların yerleşmediği dönemlerdeki göçebe topluluklara ilişkin bilgi edinmeye çalışıyorlar.Çok kısa bir zaman öncesine kadar kitaplarda, elyazmalarında ve iyi korunmuş yapılarda ortaçağa ilişkin yeterince bilgi bulunduğu sanılıyordu. Yatın tarihlerde bu alanda da yepyeni gelişmeler oldu. Birçok araştırmacı son 200 yılda yapılmış kanalları, demiryollarını, fabrikaları konu alan sanayi arkeolojisi alanında çalışıyor. Günümüzde kısaca, geçmişe ilişkin her şey arkeolojinin kapsamına girmektedir.
Alan araştırması
Havadan çekilen fotoğraflar arkeologların çalışmalarına büyük katkı sağlamaktadır. Bu fotoğraflar, araştırılacak alanı yere serilmiş bir harita gibi gösterir. Örneğin, birbirine bağlı kısa, düzenli yollar ya da setler Roma dönemini işaret eder. Güneş ışınlarının eğik olduğu saatlerde çekilmiş fotoğraflarda görülen hafif tümsekler ve çukurlar ise buralarda eski yerleşmelerin izlerini gösterir. Bunlar hisar, hendek ve yapı kalıntıları olabilir. Yılın belli zamanlarında çimenlerin ya da ekinlerin renginde ve boyunda gözlenen bazı değişiklikler de arkeologlara önemli ipuçları verir. Örneğin, bir tarlanın genelinde tahıllar yeşilken bir bölümü kısa zamanda olgunlaşıp sararmış olması, o toprağın altında taştan temellerin bulunduğunu gösterir. Eğer tarlanın altında doldurulmuş çukurlar ya da hendekler varsa, buralarda su birikeceği için, ekili ürünün olgunlaşması gecikir. Bu yerler fotoğraflarda yeşil çizgiler ya da noktalar olarak göze çarpar. Bu tür belirtilerden birçok eski yerleşme yeri saptanmış ve gün ışığına çıkartılmıştır. Toprak altında kalmış çanak çömlek ocakları, pişmiş kilde bulunan magnetik güçten dolayı, duyarlı magnetometrelerle (magnetik güç ölçme aleti) saptanabilir. Bir zamanlar canlıların yaşamış olduğu ve organik maddelerin bulunduğu yerlerde de, çevrelerine göre daha çok magnetizma vardır. Arkeologlar magnetometreyle çanak çömlek ya da çini gibi eşyaların bulunduğu ve insanların yaşadığı yerleri kolayca saptayabilirler. Alan araştırmasında kullanılan bir başka yöntem de, topraktaki direncin elektrikle ölçülmesidir. İçi nemli toprakla dolu bir hendek daha az, taş duvarlar ya da sert zeminler daha çok direnç gösterir.Ekili tarlalarda toprak sürülürken ortaya çıkmış bir çömlek ya da çini parçası ile tümsek ya da çukurlar, bir arkeologun buradaki eski kalıntıları bulmasına yardımcı olur. Ayrıca, eski haritalardan, belgelerden, yer adlarından ve yerel geleneklerden de yeni ipuçları çıkarılabilir ve dünya da pek çok yerleşme kalıntısı bu yolla bulunmuştur.
Kazı nasıl yapılır?
Çağdaş kazıların nasıl yürütüldüğünü daha iyi anlayabilmek için, Roma dönemi bir evin yapılış öyküsünü örnek almak iyi bir yol olabilir. Çünkü arkeologlar günümüzde Roma dönemi bir evi ortaya çıkarmak üzere kazıya başladığında, bu öyküyü sondan başa doğru yeniden kurmaktadır. Roma dönemin yapı ustası, bir evi yapmaya giriştiğinde önce toprağı temizler, ardından temel çukurlarını kazar. Sonra, mozaiklerle resimler ya da motifler yaparak zemini döşer. Duvarları örüp üstünü bir çatıyla kapatır. Ev artık oturulacak hale gelmiştir ve insanlar gelip yerleşirler. Ustanın cebinden düşen bir metal para evin temelinde kalabilir. Evde yaşayanlar bazı küçük eşyalarını evde yitirebilir. Kırılan çanak çömlek parçaları çöp çukuruna atılır. Böylece evde yaşayanların öteberileri kıyıda köşede kalabilir. Arkeolojide bu süreç yerleşme dönemi olarak adlandırılır. Daha sonra bir savaştan dolayı insanlar yaşardığı evi terk etmek zorunda kalabilir, ev bir depremde çökebilir. Artık içinde insanın yaşamadığı evin zamanla tamamen çöker; ahşap kısımları çürür, duvarlar yıkılır. Aradan uzun yıllar geçince de ev bütünüyle toprağın altında kalır. Aradan yüzyıllar geçince üzerindeki toprak dümdüz olur. Burası ekili bir alan haline gelebilir ya da üzerine yine bir ev yapılabilir. Arkeologlar önce toprak altında böyle bir evin varlığını saptar. Kazı alanının tümünü ya da çevresini ince çelik çubuklarla çevirir. Bu, kazı boyunca yapılacak ölçümlerin doğruluğu, çıkarılacak plan ve sonuçların güvenilirliği için gereklidir. Artık sıra, çatıdan temele doğru bütün tabakaları tek tek özenle kaldırmaya gelmiştir.İlk tabakaya ulaşıncaya değin kazı makineleri kullanılabilir. Ama ilk tabaka kaldırılınca, artık kazıda yalnızca sivri uçlu mala, kürek ve kova kullanılır. Kazı sırasında ortaya çıkarılan duvarlar, ocaklar, fırınlar ve insan yapımı öbür yapılar örselenmeden birbirinden ayrılır. Arkeologlar bütün bunları inceler ve ayrıntılı notlar tutar. Ele geçen eşyalar tek tek özenle temizlenir ve bulundukları tabakayı belirtecek biçimde numaralanır. Eşyaların üzerinde o dönemin hükümdarının resimleri varsa, bu eşyanın yapılış tarihini saptamayı kolaylaştırır. Ama buluntular daha eski dönemlerden kalmış, yazısız ve resimsiz de olabilir. Ayrıca başka döneme ait eşya o tabakadaki eşyayla karışmış olabilir. Böyle durumlarda kesin tarihlendirme yapılırken, bir üst tabakaya hiç dokunulmamış olması gerekir.
Kazıyı yapan kişi, bu evin yapıldığı, değiştirildiği ya da yıkılmaya bırakıldığı tarihleri saptar. Ayrıca evde yaşamış olanların ne gibi özellikleri olduğunu ve yaşam biçimlerini ortaya çıkarabilir. Örneğin bir çiftlik eviyse, çevresinde tarlalar, otlaklar ve korular bulunacağını bilir. Buradaki bitki, tohum, polen ve tahıl kalıntıları, çevrenin o zamanki bitki örtüsünü gösterir. Hayvan kemikleri, burada yaşamış insanların yedikleri etin cinsini anlamamızı sağlar. Kullandıkları araç gereçler insanların günlük yaşamları hakkında bilgi verir. Kentlerde kazı çalışmaları, açık alanlardaki kazılardan daha zor ve karmaşıktır. İnsanların yüzyıllardır yaşamakta oldukları kentlerde kazılar yıllarca sürebilir. Öte yandan bir kalıntının varlığı saptansa bile, bu mevcut yapıların ya da sokakların altında bulunacağından kazı yapma olanağı da yoktur. Bu gibi nedenlerden dolayı büyük kentlerde daha az kazı yapılmaktadır. Yapıların ortaya çıkarılmasında kullanılan yöntemler, Roma yolları, kanallar, surlar gibi öteki alanlarda yapılan arkeolojik kazılarda kullanılmaz. Bu tür kazılarda birbiri üzerine binen bütün katmanların görülebileceği bir kesit elde edilmeye çalışılır.
Bilimsel yöntemler
Arkeolojide günümüzde tarihlendirmede çeşitli bilimsel yöntemler kullanılmaktadır. Bunlardan biri olan radyokarbonla tarihlendirme yönteminin bulunması, arkeolojide büyük bir gelişme sağladı. Bu yöntemle odunun, kömürün ve eski yerleşim bölgelerinde bulunan kemiklerin yaşlarını saptamak olanaklı hale geldi. Her canlıda karbon bulunur ve bunun neredeyse tamamı karbon-12'dir. Belli bir oranda da radyoaktif ve "ağır" olan karbon-14 vardır. Örneğin bir ağaç kesilince, artık yeni karbon-14 atomları alamaz ve var olan radyoaktif karbon atomları da belli bir hızla yok olmaya başlar. Böylece yaklaşık 5.500 yıl sonra bu atomların yarısı karbon-12 atomlarına dönüşür. Radyoaktif karbonun karbon-12'ye oranı ölçülerek, canlının ne kadar zaman önce öldüğü saptanabilmektedir. Ne var ki bu yöntem, tarihi belli olan Mısır buluntularına uygulandığında, saptanan tarihlerin çok kesin olmadığı anlaşılmıştır.Bir başka tarihlendirme yöntemi de ısıyla ışıldamadır (ısılışıldama). Bu yöntem yalnızca pişmiş kile uygulanabilmektedir. Kilde radyoaktif atomlar içeren elementler vardır. Kil pişirilmeden önce bunlar çevrelerine ışık biçiminde parçacıklar saçarlar. Pişme işleminin sonunda, atomların saçtığı bu parçacıklar kristalleşmiş yapının içinde hapsolur. Isıyla ışıldama yönteminde çömlekten alınan bir örnek, parçaların yeniden serbest kalacağı noktaya kadar ısıtılır. Bu parçacıklar ışık biçiminde (ışıldayarak) açığa çıktıkları için fotometre aygıtıyla ölçülür. Çömlek ne kadar çok ışık verirse, o kadar eskidir.
Bir ağacın yaşının, gövdesindeki yıllık büyüme halkalarına göre saptanmasına dendrokronoloji denir. Ağaç gövdesinin kesitinde iç içe ince ve kalın halkalar görülür. Havaların iyi gittiği yıllarda ağaç daha çabuk büyüyeceğinden halkaların kalınlığı artar. Bu yöntemle ağacın yaşadığı dönemdeki iklim koşulları bile anlaşılabilir. Bir çam türünün 4.000 yıl önceki ve günümüzde yaşamakta olan örnekleri bu yöntemle karşılaştırılmıştır.
Türkiye'de arkeoloji
Anadolu'daki tarihsel kalıntılar daha 16. yüzyılda Avrupalı gezginlerin dikkatini çekmişti. Nitekim ilk kazılar da, 19. yüzyılda Avrupalı arkeologlarca yapıldı. Bunlardan biri olan Alman arkeolog Schliemann'ın eski Truva kentinin yerini saptadı ve burada uzun yıllar kazı çalışmalarını sürdürdü. 1882'de Türkiye'deki ilk arkeoloji müzesinin kurucusu ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey (1842-1910), 1887'de en önemli kazısını Sayda'da (bugün Lübnan'da) gerçekleştirdi. Bu kazıda Fenike krallarına ait 20'den fazla lahit ortaya çıkarıldı. Daha sonra Anadolu'daki ilkçağ uygarlıklarını araştırmak isteyen Alman, Avusturyalı ve ABD'li arkeologlar da Bergama, Bodrum, Boğazköy, Didim, Priene, Milet, Efes ve Sart gibi tarihi bölgelerde kazılar yaptılar. Bu kazılarda, Dünyanın Yedi Harikası’ndan ikisi olan Efes’teki Artemis Tapınağı ve Bodrum’daki Mausoleion gibi önemli yapıtlar ortaya çıkarıldı. Cumhuriyet döneminde arkeolojiye daha fazla önem verildi. 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1934'te İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Türk Arkeoloji Enstitüsü, iki yıl sonra da Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1933'te Türk Tarih Kurumu adına ilk kazılar, Hamit Zübeyr Koşay başkanlığında Ahlatlıbel'de yapıldı. 1935'te Koşay ve Remzi Oğuz Arık Alacahöyük kazılarına başladılar. Ayrıca Türkiye’de 1930'lardan başlayarak Alman, Fransız, İngiliz ve Hollanda arkeoloji enstitüleri kuruldu. Bu dönemde yerli ve yabancı uzmanlar birçok eski yerleşim bölgesinde araştırma ve kazılar gerçekleştirdiler. Kazılardan çıkarılan eski yapıtları korumak ve sergilemek için yeni müzeler açıldı. Bunların başında, dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzesi gelir.1946'da Kılıç Kökten başkanlığında Antalya’daki Karain kazılarına başlandı. Karain Mağarası, Anadolu'nun en büyük doğal mağaralarından ve Tarihöncesi yerleşmelerinden biridir. Arif Müfid Mansel, Perge (1946) ve Side (1947); Bahadır Alkım, Karatepe (1947); Özgüç/Kutlu Emre, Kültepe (1948) ve Altıntepe'de Urartu Kalesi (1959); Ekrem Akurgal, eski İzmir, Foça, Sinop; Afif Erzen, Van'da Urartu (1961); Kenan Erim Afrodisias (1961); Nimet Özgüç, Acemhöyük (1962) ve Samsat (1978); Nezih Fıratlı, Uşak Selçikler (1966) kazılarını yürüttüler. Ufuk Esin, 1968'de Tepecik'te, 1971'de Tülintepe'de kurtarma kazılarını yönetti. Bu yöre 1975'te Keban Baraj Gölü'nün dolmasıyla birlikte sular altında kaldı. Gene Ufuk Esin'in 1978 sonrasında, Barajı|[Karakaya Baraj] suları altında kalan Değirmentepe’de kurtarma kazıları yaptı. Türkiye'de yazılı belgelerden ya da toprak üstündeki kalıntılardan yola çıkılarak yapılan planlı kazılara örnek olarak Boğazköy, Kültepe ve Efes kazıları gösterilebilir.
Türkiye’de son yıllardaki en önemli kazı alanlarından biri Zeugma’dır. Gaziantep’te Nizip’in 10 kilometre doğusunda ve Fırat Irmağı’nın batı kıyısında bulunan, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait antik kentte, Birecik Barajı’nın suları altında kalacağı için 2000 yılında kurtarma kazılarına başlandı. Bu kazılarda çok önemli mozaikler ve buluntular ortaya çıkarıldı. Son yıllarda, Bodrum'da sualtı arkeolojik araştırmalarına büyük önem verilmeye başlandı. Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloji müzesi olan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne bağlı olarak yürütülen çalışmalar sonucu denizden çıkarılan birçok buluntu bu müzede sergilenmektedir.
TNMG Insert - 1 ay önce
Indexable Inserts - 1 ay önce
CNC Inserts - 1 ay önce
SEHT Insert - 1 ay önce
VBMT Insert - 1 ay önce