İslam Felsefesi
Kısaca: İslam kültür çerçevesine mensup olan ülkelerde, veya İslam uygarlığının hakim olduğu toplumlarda, İslamın kültürel değerlerini özümsemiş düşünürlerin geliştirmiş oldukları, 8. yüzyılın son çeyreği ile 16. yüzyıl, fakat en etkili bir biçimde, 10. ve 12. yüzyıllar arasında vücut bulan tefekkür faaliyeti ...devamı ☟
1- Birçok düşünürün katkı yaptığı İslam felsefesinin doğuşunda, öncelikle Müslümanların bu dünyadaki yaşamlarını düzenleyip, kurala bağladıktan başka, ahiret alemi için de rehber olan Kur-an’ın indirilmiş olması etkili olmuştur. Yani, Kuran’ın Müslümanların yaşayışı için bir rehber olma niteliği, Kuran’ın yazılması, okunması, anlaşılması, yabancı dilleri, dinleri ve ulusları araştırma, Tanrı ve evren üzerine bilgi edinme sonucunu doğurmuştur. Kuranı okumak ve anlamaktan doğan düşünce ayrılıklarına sımsıkı bağlı olan kelamın kaynağında da Kuran bulunmakla birlikte, kutsal kitabın kelam ya da İslam teolojisi için doğrudan ve mutlak bir ilham kaynağı olduğunu söylemek pek de doğru sayılamaz. Çünkü Kuran Hıristiyan Batıya hakim olan dogmatik teolojiye benzer bir şeye yol açmamıştır.
2- İslam felsefesinin doğuşunda, ayrıca İslam dininin Şam ve Bağdat’ta, putperestlik ve Hıristiyanlıkla yüz yüze gelişi ve bu durumun yol açtığı gerginlik, Tanrı’nın evrendeki mutlak kudreti ve bunun, İnsanın eylemlerinden sorumlu oluşuyla olan ilgisinin ortaya çıkardığı ahlaki problemler ve nihayet, İslam yaşam görüşünün birliğini koruma zorunluluğu problemi etkili olmuştur. Bu karmaşık problemlere ilişkin tartışma, İslamın kendi sınırları çerçevesinde, önce Kelam içinde, yedinci yüzyılın ortalarında başlamıştır. Fakat bu problemlerin çözümü, tartışmaların bir sonuca bağlanması için, Kuran, Hadis, Kelam ve Tefsire ek olarak, İslam kültür çevrelerinde, felsefi kavram ve yöntemlere gerek duyulmuştur. Söz konusu kavram ve yöntemleri ise, İslam felsefesine, kendisinden önceki büyük felsefe gelenekleri, fakat özellikle de, İlkçağ Yunan felsefesi sağlamıştır.
3- İslam felsefesi, sadece Yunan’dan beslenen Hıristiyan Batı felsefesinin tersine, coğrafi olarak Yunanistan’la Asya’nın, kültürel olarak da Doğuyla Batı felsefesinin kesiştiği bir merkezde gelişmiştir. Yani, kültür mirasında sadece antik Grek felsefesi bulunan Hıristiyan felsefesinin aksine, İslam felsefesi, bu temele ek olarak Doğu bilgeliğinin mirasından faydalanmıştır. Buna göre, İslam felsefesinin antik Yunan felsefesi dışındaki ikinci büyük kaynağı, Hint, İran, Mezopotamya ve Mısır’dır. İran ve Hint’ten gelen dinle karışık felsefi eserler, Hint’ten gelen Brahman ve Buda dinleri, İran’dan gelen Zerdüşt ve Mazdaizm dinleri ile Zend-Avesta gibi yarı dini yarı ahlaki eserler, yeni gelişmekte olan İslam düşüncesi için önemli bir kaynak meydana getirmiş ve ona daha sağlıklı bir sentez yaratma imkanı sağlamıştır. Sözgelimi, İslam kozmolojisi ve metafiziğinde yıldızların ve göksel cisimlerin oynadığı önemli, ama Kuran'ın gerçeklik şemasında yer almayan rol, Yunanlıların yıldızların ve diğer göksel cisimlerin konumu ve ayaltı evren üzerindeki yaratıcı etkileriyle ilgili inançlarına olduğu kadar, Ortadoğu’nun bilimsel ve felsefi geleneklerine bağlanabilir.
4- İslam felsefesinin Batılı kaynağı söz konusu olduğunda, bu kaynak doğal olarak klasik Yunan felsefesidir. Bu bağlamda, İslam filozofları, Aristoteles’i neredeyse XIll. yüzyıla kadar pek tanımayan Hıristiyan felsefesinin aksine, başlangıcından itibaren hem Platonculuk ve Yeni-Platonculukla ve hem de Aristotelesçi felsefeyle tanışmış ve söz konusu felsefeleri, onlara, mümkün varlık ve zorunlu varlık örneklerinde olduğu gibi, başkaca yeni kavramlar ekleyerek İslam kültür çevresine dahil etmişlerdir. Bu da, İslam felsefesinin, yine Hıristiyan felsefesiyle kıyaslandığında, kıymeti özellikle İbn-i Sina dan sonra pek bilinmemiş olan, önemli sentezlere yol açma potansiyeline sahip, bir diğer üstünlüğüdür. Bununla birlikte, sentezleme yeteneği yeterince gelişmemiş olan Doğu düşüncesinde ve biri nispeten mistik, diğeri nispeten daha rasyonel iki felsefe geleneğinin İslam felsefesiyle olan ilişkisi bağlamında, kimi istisnalar hariç, ya biri ya da diğeri ağır basmış, son çözümlemede de, ağır basan gizemcilik, iyi başlamış ve güzel gelişmiş olan İslam felsefesinin rasyonel bir felsefe olarak gelişip süreklilik kazanmasını engellemiştir.
Buna göre, İslam felsefesi daha ilk zamanlarından itibaren, birbirinden bağımsız iki düşünce çizgisi sergiler. Bunlardan birincisi ilk İslam filozofu olarak kabul edilen el-Kindi’yle irtibatlandırılan Yeni -Platoncu çizgidir. İskenderiye'nin Yeni Aristotelesçiliğinden ziyade, Atina’da gelişen Yeni-Platoncu geleneğe yakın duran bu çizginin İslam dünyasına tanıttığı Plotinos’un görüşleri, burada oldukça ciddi sayılabilecek bir yankıya yol açmıştır. Daha ziyade Yeni-Platoncu bir karakter sergileyen bu çizginin alternatifi ise, Nesturl alim ve mütercim Metta ibn Yunus tarafından kurulan Bağdat Aristotelesçileri Okulunun, adı üzerinde Aristotelesçi çizgisidir. Aristotelesçiliği dolayımsız olarak Aristoteles felsefesinin İskenderiye ‘deki şerhçilerine geri giden, hatta onu da aşıp İskender Afrodisi ve Themistios’a uzanan bu çizginin önemli temsilcileri öncelikle Farabi, Sicistani ve özellikle de İspanya’da İbn Bacce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd’dür. Söz konusu iki çizgi. kendisine onları zamanının ilgilerine uygun olarak sentezleme görevi veren İbn Sina’da birleşir.
5- İslam felsefesi, problemleri ve gelişimi itibariyle, son çözümlemede din-felsefe karşıtlığına indirgenebilecek olan iki temel karşıtlığın yarattığı gerilimden muzdarip olmuş ve söz konusu gerilim nedeniyle yaratıcılığını yitirerek önemli ölçüde sekteye uğramış-tır. Bunlardan birinci karşıtlık, İslam peygamberine inen vahiy ile, yabancı bir dilde ve farklı bir entellektüel atmosferde doğup gelişen öğretiler bütünü arasındaki zıtlıktır. Buna bağlı olan ikinci karşıtlık ise, gelenek ile ilerleme arasındaki karşıtlıktır. Söz konusu karşıtlıklar bağlamında, İslam felsefesinde benimsenen üç ayrı tavırdan söz etmek mümkündür. Birinci tavır, İslam’da felsefenin öncüsü olan el-Kindi’nin benimsediği ve daha sonra da Farabi ve İbn Sina tarafından devam ettirilen, felsefeyle dinin farklılıklarını, şu ya da bu, ama mutlaka karşıtlar arasındaki gerilimi olabildiğine yumuşatacak şekilde, birbirleriyle bağdaştırma veya uzlaştırma tavrı olmak durumundadır. İkinci tavır ise, dini felsefeye tabi kılarak, felsefe geleneğini ilerleme için sağlam bir temel haline getirme yaklaşımı veya tavrıdır. İbn Rüşd’ün olabildiğince ılımlı bir görünüm sergilediği bu tavırda, Razi, dini ve geleneği yoksayacak kadar ileri gitmiştir. Bu tavrın karşılığı olan üçüncü tavır, dine ve geleneğe dört elle sarılarak, bilime ya da ilerlemeye karşı çıkarken, felsefeye bütünüyle düşman olur. Gazali’nin kusursuz temsilcisi olduğu bu tavır, Doğuda felsefenin adeta kökünü kazırken, onun yalnızca Batı’daki İslam topraklarında, Endülüs’te gelişebilmesine izin vermiş, ya da aynı anlama gelecek şekilde, felsefenin İslam dünyasından Hıristiyan Batıya göçmesine neden olmuştur.
6- İslam felsefesi, özellikle Kindi, Razi, Farabi, ve İbn Rüşd’deki uğrağı itibariyle ve parlak döneminde, genelde rasyonalist bir felsefe olarak ortaya çıkar; deneyimden çok düşünceye, duyu verilen yerine akıl ilkeleriyle mantık kurallarına dayanır, baştan sona realist bir yaklaşım gösterir ve içinde yaşanılan dünya yerine, ideler dünyası ile veya bu iki dünya arasındaki ilişkiyle ilgilenir. Felsefeyi başlangıçta, İskenderiye’de gelişen eğitim müfredatına uygun olarak, mantığı bir alet ve içinde fizik, matematik ve metafiziğin yer aldığı teorik felsefe ve kapsamı içine etik, iktisat ve siyasetin girdiği pratik felsefe diye tasnif eden İslam felsefesi, İbni Sina ‘dan itibaren özellikle üç alan, mantık, fizik ve metafizik üzerinde yoğunlaşmıştır. Onun esas amacı dinle felsefe arasında içten bir bağlantı kurmak, dinin kapsamı içine giren konuları felsefe görüşleriyle uzlaştırmak olmuştur. İslam felsefesi, şu halde inanca dayanan bir felsefe olup, onun, tıpkı Hıristiyan Batı’da olduğu gibi, birleştirici, inançla akıl arasındaki ayrılığı, dinin lehine olacak şekilde giderici bir niteliği vardır. İnsanı da konu edinmekle birlikte, yoğun bir biçimde etkilendiği Yeni-Platoncu felsefeye uygun olarak, İnsanı maddi yanından sıyırmış ve İnsanın gerçek bileşeni olarak, yalnızca ruhu görmüştür.
7- İslam felsefesi, kaynağı veya yaklaşımı itibariyle değil, fakat bu kez tarihsel olarak sınıflandığında, onun dört ayrı döneme ayrıldığı söylenebilir: a) VIII. yüzyılın son çeyreğinden IX. yüzyılın ortasına dek süren, en önemli temsilcisinin el-Kindi olduğu oluşum dönemi, b) IX. yüzyıl ile XI. yüzyıl arasında kalan, en önemli temsilcilerinin Farabi ve İbn Sina olduğu yaratıcı dönem, c) XII. ve XV. yüzyıllar arasında kalan, ve İslam fondemantalist gelenekçiliğinin Müslümanlara yönelik, İslamı bütün yeniliklerden ve rasyonalist felsefeden arındırma çağrısına karşı. Temsilciliğini Batıda İbn Bacce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’tün, Doğuda ise Sühreverdi’nin yaptığı yeniden inşa ve tepki dönemi. d) XVI. yüzyılın gerileme dönemi.
8- İçerik açısından değerlendirildiğinde, İslam felsefesinin belli başlı konuları arasında, her şeyden önce Tanrı’nın bulunduğunu söylemek gerekir. Başka bir deyişle, İslam felsefesinin konuları, tıpkı Hıristiyan Ortaçağ felsefesinin hiyerarşik varlık anlayışında olduğu gibi, en yüce varlık olan Tanrı’dan başlayarak, İnsana ve maddeye kadar inen bir varlıklar dizisinden oluşur. Varlık türlerinin en yüksek noktasında, Kuranla beslenen monoteizm inancına uygun olarak, Tanrı vardır. Tanrı, özü bakımından bütün olarak bilinemez olan varlıktır; Tanrı’nın özü aklın, bilgi gücünün, anlama yetisinin sınırlarını kesinlikle aşar. Tanrı ‘nın zatı ya da özü bilinemese de, nitelikleri araştırma konusu olabilir. Buna göre, Tanrı “kadim”dir, tüm varlık türlerinden öncedir. O’nun başlangıcı ve sonu yoktur; Tanrı en olgun, en yetkin varlıktır. Yaratıcıdır, ezeli ve ebedidir. Tanrı her şeyi bilir, her şeyi görür ve her şeyi duyar. İbadetin biricik konusu olan Tanrı eşsiz ve biricik olup, bağışlanamayacak en büyük günah ona eş koşmaktır. O’nun bütün bu nitelikleri, tanrısal sıfatları ancak, akıl yoluyla anlaşılabilir.
Evren, İslam felsefesine göre, Tanrı’nın eseridir yaratılmıştır. Evrenin bir başlangıcı vardır ve o er geç yok olacaktır. Tanrı’dan türemiş olan evren O’nun sonsuz bir ‘zuhur” alanıdır. Evrenin yetkinliği Tanrı’nın yüceliğini, yaratıcı gücünün enginliğini gösterir. Tanrı ‘kadim” olduğundan yaratılan evren “hadis”tir, yani sonradan varolmuştur. Tanrı’nın ilahi iradesi gereği, yaradılış eylemi, kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Başka bir deyişle, Tanrı’nın varlığı, yaratmayı, ve dolayısıyla evreni gerekli kılar. İslam felsefesi, evrenin yaratılışıyla ilgili olarak, üç ayrı görüş öne sürmüştür: 1- Yaratma eylemi bir kez olmuştur. Tanrı her olayı yeniden yaratmaz. 2- Evren, sürekli bir yaratılma eylemi içindedir, her oluş, sonradan ortaya çıkan her olay, yeni baştan ve Tanrı tarafından yaratılmaktadır. Yaratma bir kez olup biten bir şey olmayıp, sürekli-din. 3- Evren kadimdir, yaratılmamıştır, dolayısıyla Tanrı ile eş zamanlıdır. Tanrı ile bir oluş akımı içindedir. Evrenin kendi yasaları, kendi kuralları vardır. Her olay kendi özü gereği, bağımsız bir kurala göre ortaya çıkar.
İslam felsefesi genel olarak ruhun, İnsandan önce yaratılmış olduğunu, ve bedene sonradan girdiğini savunur. Ruh bedenden bağımsız bir töz olarak varolur ve İnsan öldüğü zaman ölmez. Ölüm, yalnızca ruhun bedenden ayrılması, geldiği tanrısal kaynağa geri dönmesidir. İnsan varlığı ruhun özünü bilemez, yalnızca ruhun dışa vuran eylemlerini düşünün ve yorumlar. Ruhun maddeyle en küçük bir ilgisi yoktur. İnsanda bilmeyi, düşünmeyi. canlılığı İnsan olarak eylemde bulunmayı sağlayan ruhtur. İnsan varlığının ikinci bileşeni, ruhtan sonra yaratılmış ve geçici olan, yok olup giden bedendir. İslam felsefesinin tüm düşünürlerine göre, bedenin duyular adı verilen değişik nitelikte yetenekleri vardır. Bununla birlikte, duyular yalnızca ruhun yardımıyla iş görebilir. Bedene canlılık veren ruh, duyuların çalışmasını algı gücünün gelişmesini sağlar. İnsanda, Tanrı’nın ona verdiği bir cüzi irade vardır.
Akıl ve irade gibi yetiler, İslam felsefesinin farklı okullarının değişik üyelerine göre, İnsana Tanrı’nın birer armağanı olup, tanrısal bir yapı sergilerler. İnsan aklının üç ayrı başarısı vardır: a) İnanmak b) bilmek ve c) düşünmek. İnsan taşıdığı bu güçler yüzünden inanan, inanmayı bilen bir varlıktır. İnsan özgür iradenin taşıyıcısı olduğundan, eylemlerinden dolayı, Tanrı karşısında sorumludur. Tanrı, evreni yarattıktan sonra, İnsanı tüm eylemlerinde serbest bırakmıştır. Eylem bağımsız bir ‘irade”nin yönetimi altında ortaya çıktığı için, gerçek fail olan İnsanda sorumluluk vardır. Bu nedenle, ‘İnsan Tanrı katında, yaptıklarının hesabını vermek” zorundadır.
Bu ortak akaid temeline rağmen, İslam felsefesinde, filozoflar irade özgürlüğü konusunda ikiye ayrılırlar. Bir grup filozofa göre, her fiil ya da eylemin mutlak faili Tanrı olduğundan, İnsan yaptıklarından ya da eylemlerinden sorumlu değildir. Çünkü, her şey Tanrı’dan gelir, İnsanın iradesi kendi elinde değildir, ve İnsan Özgür bir varlık olmadığı için, sorumluluğu da yoktur. Buna karşın, ikinci grup filozofa göre, İnsan tüm davranış ve eylemlerinde özgürdür. Tanrı her şeyi bildiği için, özgün bir iradesi olan İnsanın ne yapacağını da önceden bilir. ‘Takdir”, yapılacak olanların ‘önceden” bilinmesi yüzündendir. Tanrı ‘takdir ettiği için, İnsan eylemde bulunmaz”, İnsanın nasıl eylemde bulunup davranacağı ‘önceden” Tanrı tarafından bilindiği için, “takdir’ edilmiştir. ‘Takdir”, gerçekleştirilecek olan davranışın sınırlandırılması değil, bilinmesi sonucudur. Bu bakımdan İnsanı tüm eylemlerinden sorumludur. Yine, İslam felsefesine göre bu dünya geçicidir. Ruh, geldiği yerde dönecektir, onun için sonsuz hayat imkanı vardır. Her İnsanın, dünyadaki eylemlerine göre, öte dünyada göreceği bir karşılık bulunmaktadır. İyilik yapanlar, hayır işleyenler mutluluk, kötülük yapanlar da ceza görecektirler. Tanrı adil olduğu için, her işin, her eylemin karşılığını verecektir. İnsan, özgür iradesi ile “hayr” ve ‘şer”den birini seçmek zorundadır.
İslam felsefesinin diğer önemli problemleri arasında, peygamberin bilincinin doğası ve karakteristikleriyle, onun mistiğe özgü bilinçten nasıl farklılaştığı, peygamberin bilgisinin mahiyeti gibi konuları da içeren peygamberlik (nübüvvet) problemiyle felsefe ve dini birbirleriyle uyumlu hale getirme problemi bulunmaktadır. Sonuncu problem bağlamında büyük bir çoğunlukla benimsenen çözüm, ki bu İslamda felsefenin altın çağında felsefeyle dinin birbirlerine İslam kültürünün gelişimine büyük bir ivme kazandıracak şekilde nasıl sağlam bir biçimde eklemlendiğini gösteren bir çözümdür, felsefeyle dinin ayrı ayrı ulaştığı sonuçların, kaynakları aynı nihai ve en yüksek gerçeklikte bulunduğu için, birbirleriyle tutarsız olamayacaklarına işaret eden çözümdür. Bütün bunların dışında ebedi saadet, ödül ve ceza ve mucizeler konusunu ele alan İslam felsefesi, ayrıca din dilinin mahiyeti üzerinde de durmuştur.
Doğu felsefesi
3 yıl öncefelsefesi, İslam felsefesi, İran felsefesi gibi gelenekleri de eklemek gerekir. Oryantalist düşünceyle (bkz. Oryantalizm) Batı felsefesi, kendi tarihini...
Doğu felsefesi, Doğu felsefesiOrta Çağ felsefesi
3 yıl öncefelsefesinin ya da İslam felsefesinin etkisini de belirtmek gerekir. İslam felsefesi Batı düşüncesinde bu tür gelişmeler olurken, Antikçağ felsefesi ile irtibatlı...
Ortaçağ felsefesi, Orta Çağ felsefesi, 17. yüzyıl felsefesi, 18. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl felsefesi, 20. yüzyıl felsefesi, Albertus Magnus, Analitik felsefe, Anselmus, Antik Çağ felsefesi, Aquina`lu ThomasMeşşaîlik
7 yıl önceKelam felsefesi İbn Bacce İbn Rüşd Tasavvuf felsefesi İslam felsefesi /kaynaklar ve etkileri, Hilmi Ziya Ülken, Cem Yayınevi. İslam Felsefesi Tarihi...
Meşşaİ®lik, Meşşaİ®likTürk felsefesi
3 yıl önceÜlken’dır. Kadrocular bir siyaset felsefesi geliştirmeye çalıştılar. Türk felsefesi gelişirken, Anadolu felsefesi olarak Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat...
Türk felsefesi, Abdülhamit, Afşar Timuçin, Agah Efendi, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Arapça, Aristo, Azra Erhat, BatılılaşmaAntik Çağ felsefesi
3 yıl önceAntik Çağ felsefesi ya da Antik Çağ Yunan felsefesi, MÖ 700'lü yıllardan başlayıp M.S. 500'lü yıllara, yani Orta Çağ'a kadar uzanan tarihsel dönemdeki...
Antik Çağ felsefesi, Antik Çağ felsefesiDin felsefesi
3 yıl öncetemel konularını analiz eden din felsefesi; dinin, dini tecrübenin ve onun ifadesinin doğasını belirler. Din felsefesi dini konu edinen, dinin insan var...
Din felsefesi, Ayin, Dua, Felsefe, Felsefe Portalı, Kurban, Kurtuluş, Tanrı, Taslak, Sembol, KutsalŞemsüddin Şehrizorî
6 yıl önceŞîrazi'dir. ^ İslam Felsefesi, Hilmi Ziya Ülken, Cem Yayınevi İslam Felsefesi /Kaynakları ve Etkileri, Hilmi Ziya Ülken, Cem yayınları. İslam Felsefesi Tarihi...
Åemsüddin Åehrizorí®, Henry Corbin, Hilmi Ziya Ülken, İletişim Yayınları, İşrakilik, Åahabeddin Sühreverdi, Kutbüddin Åí®razi, Cem yayınları, Hüseyin Hatemi, İbn Kemmí»ne, Åerhİslam
3 yıl öncebir İslam felsefesi ve bilimleri geleneği oluşmuştur. Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd tanınmış ve önemli İslam filozoflarındandır. İslam felsefesi içinde...